Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

5 Mayıs 2016 Perşembe





2011 yılı.. Görev yaptığım Anıttepe İlköğretim Okulunda değil, Spor Genel Müdürlüğünde görevliyim.  O yıl da Trabzon’da Avrupa Gençlik Oyunları var. Kendi ülkemizde düzenleniyor ve değişik ülkeleri, geleceğin hentbol yıldızlarını, yeteneklerini izleme şansımız var. Müthiş bir şey. Hemen gidiyorum Okul Sporlarından sorumlu olan Güven beye ve “Ben buraya gitmek istiyorum.” diyorum.
“Tamam.” diyor.  “Git, Hentbol Federasyonuna haber ver. Seni listeye dahil etsinler.”
Federasyona söylüyorum, atlıyoruz uçağa, gidiyoruz Trabzon’a.  Almanya, İspanya, Danimarka, Rusya gibi takımların kız erkek maçlarını izleyeceğim. Felaket heyecanlıyım. Kalacağımız yere gidiyoruz. Heyecanım gidiyor, canım sıkılıyor. Çünkü kalacağımız otel sanayinin içinde, garajın hemen karşısında bir yer. 
Orada kalacağımız için değil. Bizler ranzalarda, yerlerde, iki kişi aynı yatakta yatmış insanlarız. Ama diğer takımlar şehir içinde, büyük ve güzel, konforlu otellerde kalıyorken hentbol kafilesinin Temmuz sıcağında, Trabzon’un neminde, sanayi sesi ve kokuları içinde kalıyor olmasına gönlüm ele vermiyor. Hemen oradan uzaklaşmak, kendi paramla bir otele yerleşmek istiyorum ama “Olur mu Zeynur! Sen bu kafileyle geldin. Bozma takımı.” diyorum ve çaresizce kalıyorum.
Hentbol Federasyonunun bu durumu kabul etmesine dayanamıyorum. Üzülüyorum. Çaresiz yerleşiyoruz. Spor Salonuna gitmek için hareket ediyoruz. Hentbol müsabakalarının Vakfıkebir’de, Vakfıkebir Spor Salonunda yapılacağını söylüyorlar. Bir saat sonra salona ulaşıyoruz. 
Basketbol, voleybol ve diğer branş  müsabakaları merkezde yapılırken, “Biz neden burada yapıyoruz?” diyorum. “Başka salon yok.” diyorlar. 
“Yepyeni salon yapılmış. Buraya yapacağınız masrafı bir okul spor salonuna yapsaydınız da, bütün kafilelerle birlikte hentbol da, Trabzon merkezde olsaydı, hentbol herkesi, herkes hentbolu izleseydi, ne olurdu sanki!” diyorum.
Kendi kendime diyorum tabii. Kimsenin beni duyduğu yok. Aslında salonda anonsçu olmadığını duyduğumda, her zamanki gibi, SSK’lı bir hentbolcu olarak  “Ben yaparım.” demiş ve elime mikrofonu almıştım. Keşke bunu yüksek sesle söyleseymişim. 
Yüksek nemden uyuyamadığımda, her gün iki saat yol gittiğimizde, bütün gün akşama kadar koşturup bir an önce odama ulaşmak istediğimde, “Vakfıkebir’de mi kalsaydım acaba?” diyordum ama, hiç diyemedim. 
Kaldığımız yer, maç yapılan salona uzaklığa, bir de takımlarımızın aldığı kötü sonuçlar eklendiğinde keyfim iyice kaçmıştı. Tek teselliyi başka takımları izlemekte buluyordum. Erkek Almanya takımı ve Rusya bayan takımı favorilerimdi. Birde Macar milli takımının başındaki kadın antrenör, karşılıklı oynadığımız bir arkadaşım çıktığında çok mutlu olmuştum. 
Keyfim biraz olsun gelmeye başlamıştı. Bütün olumsuzlukları unutmaya başlamıştım ki, bir gün çok daha kötü bir şey oldu. 
Maç bitmiş ve birşeyler atıştırmak için salonun hemen üstündeki odaya girmiştim. Bir şeyler yiyip içecektim. Odada, sonradan yerel bir gazetede çalıştıklarını öğreneceğim iki kişi vardı ve  kendi aralarında konuşuyordu. 
“Buraya gezmeye gelmiş.”
“Kendisi de o dağcılarla aynı okuldaymış.”
“Hocam ben de katılabilir miyim kafileye demiş, o da izin vermiş.”
“Dağdan bir kaya parçası kopmuş ve sırtına çarpmış.”
“Hayatını kaybetmiş.”
Başkalarını dinleme huyum yoktur ama, mış, miş’le biten cümleler kuruyorlardı. Meraklandım.  Ortada ciddi bir durum olduğunu düşündüm ve sordum; 
“Kötü bir şey mi oldu?”
“Sormayın. Şimdi arkadaşlar aradı. Dağda bir genç hayatını kaybetmiş.” dedi.
“Yapmayın. Nasıl olmuş peki?”
“Henüz bizde kesin bir şey bilmiyoruz. Arkadaşlarımızın söylediği kadarını biliyoruz. Hacettepe Üniversitesi’nden bir grup öğrenci ve öğretim görevlisi Kaçkarlara tırmanmaya gelmiş. Beden Eğitimi Spor Bölümünde okuyan milli sporculardan bir tanesi de buradaymış. Aslında kendisi Hemşin’liymiş ve buraya otomobilini satmak için gelmiş.”
Karşımdaki insanın ağzından Hacettepe, Beden Eğitimi, Spor, milli sporcu gibi tanıdık isimler, bildik kelimeler çıktıkça daha da ürküyor, korkuyorum. Ellerim, ayaklarım titremeye başlıyor. 
“Aman Allahım!” diyorum. 
 “Kafile başkanı izin verince o da kafileye dahil olmuş ve Kaçkarların Verçenik zirvesine doğru tırmanışa geçmişler.”  
 “Eeee.. Sonra.. Sonra ne olmuş?” 
“Sonra.. Kamp kurdukları sırada gruptan dört kişi şelaleden su almaya gitmiş. Bunların arasında o çocukta varmış. Tam şelaleden su alırken, yamaçtan bir kaya kütlesi kopmuş ve o kaya parçası da gelmiş o çocuğun sırtına çarpmış.”
Bir an o taş  benim sırtıma çarpmış gibi hissetmiştim. Taş gibi kesildim. 
“Korkunç bir şey! Nasıl durumu peki?”
“Arkadaşları, Jandarma ve AKUT.. Hemen herkes müdahale etmiş ama kurtarılamamış.”
Dudaklarımdan hep aynı sözler çıkıyordu.
“Aman Allahım! Korkunç bir şey! Korkunç bir şey bu! Arabayı satmaya gel, arkadaşlarını gör, kafileye katıl ve hayatını, son nefesini dağda bırak!”
Çöküp kalıyorum. Maçı, takımları, görevleri unuttum. 
“Ölen çocuğun ismini biliyor musunuz?”
“ Evet. Biliyoruz. Milli hentbolcu Onur Pınar’mış adı.” 
“Ne! Onur’mu?” deyip yıkılıyorum. Böyle durumlarda tanıdık bir isme rastlamak korkunç, çok acı bir duygu. 
Bu kez adamlar şaşırıyor benim tepkime..
“Siz tanıyor musunuz onu.”
“Tanıyorum.”
“Hanımefendi biz haber yapacağız ama kendisini tanımadığımız için ne yazacağımızı bilemiyorduk. Bize yardımcı olur musunuz? Onur Pınar kimdir?”
Hem ağlıyorum, hem anlatıyorum. Ne dediğimi, nasıl dediğimi bilmeden..
“Onur, Onur öyle bir çocuktu ki! Nasıl desem, kimseyi kırmamak, incitmemek için yüksek sesle bile konuşmazdı. Saygılı, efendi, vefalı bir insandı. Tertemiz bir çocuktu Onur.” dediğimi hatırlıyorum  ama şu an bile yazarken zorlanıyorum. 
“Nereden tanıyorsunuz onu?
“Eşimle aynı takımda oynadılar. Oradan biliyorum.”
“Nasıl bir sporcuydu peki?”
“Onur, solaktı ve çok yetenekliydi. Polis Akademisi ve Koleji hentbol takımında sağ kanat oynardı. Aldatmaları, atışları herkes gibi değildi, bambaşkaydı. Hani herkes futbol oynar, Messi başka oynar ya, işte öyleydi. Koşusu, pasları, atışları.. Hepsi kendine özgüydü. Hentbolu herkes gibi değil, Onur gibi oynardı Onur. Kendi tarzını kendi yaratmıştı”
“Büyük bir yetenek kayboldu desenize.”
“İki kez dizinden sakatlanmış, buna rağmen tekrar sahalara dönmüştü.”
“Hangi takımlarda oynadığını biliyor musunuz?”
“Çankaya Belediyesi ile Polis Akademisi ve Koleji hentbol takımlarında.” deyince içim daha bir kötü oldu. "Ankara’dakilere bunu nasıl söyleyeceğim." dedim. 
Telefonu açtım ve  takım kaptanına, "Zeki, sana çok kötü bir haberim var. Onur vefat etmiş.” dedim. Anlattım. Aynı tepkileri o da verdi. Karşılıklı ağlamaya başladık. 
Beş yıl sonra, geçen haftalarda elime bir kitap geçti. Açtım, okudum ve 150. sayfada, Onur’a rastladım.  Rüyasında Onur’u gördüğünü yazıyordu yazar, ama ben yazdığım bu hikayeyi hatırlıyordum. Üzüldüm, ağladım ve sizle paylaşmak istedim.
Ama bir şeye hiç şaşırmadım. Sezgin Kaymaz sevdiklerini hiç unutmazdı. Elimdeki kitap, Sezgin Kaymaz’ın, Bugün Bize Kim Geldi adlı kitabı. Dışındaki yapraklar gibi, farklı farklı hikayeler var kitabın içinde. Sezgin Kaymaz  bir hentbolcu ve antrenörüdür. Milli takımlarda ve birçok kulüpte görev yapmıştır ve birçok insanın aksine hentbolu hiç unutmaz. 
Bunu da, kendi sosyal paylaşım sitesinde, Hentbol güzeldir, diyerek kitaplarında da  hentbolcu  Zeynur, Zeki, Doruk, Onur ve Ömer’e yer vererek gösterir. Kitabın sonunda “Sevgili Mektupkardeşim” diyerek hentbolcu Ömer’in hikayesini anlatır. Ömer Savaş ve Onur Pınar, Kaymaz ailesinin bir ferdi ve kızı Yağmur 'un abileridir. Bu karşılıklı, ama karşılıksız bir sevgidir. Onur ve Ömer antrenörlerine, antrenörleri de sporcularına gönülden bağlıydı, ama herkes gibi değil, Sezgin Kaymaz, Onur Pınar ve Ömer Savaş gönlü gibi.. 
Sezgin Kaymaz’ın kitabını okuyunca ben de, bu hikayeyi hatırladım. Onur Pınar, Kaçkarların zirvesinde can verdi, hentbol büyük bir yeteneğini kaybetti ama o hala Sezgin Kaymaz’ın yüreğinde, kitaplarında yaşamaya devam ediyor.
Hentbola ve hentbolculara bu kadar güzel sahip çıktığınız, Onur'u, Ömer'i, bizleri ölümsüzleştirdiğiniz için teşekkürler Sezgin Kaymaz.
Gülüşün, davranışların, sözlerin, hentbol oynayışın hep başkaydı güzel çocuk.. Ruhun şad olsun. 
İrfan Veysel Ömer Savaş #hentbol
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 02:36  No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search