Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

27 Ağustos 2016 Cumartesi


Son günlerde hepimizin gözü kulağı televizyonda..
Her gün korkunç bir olayla sarsılıyor, her saat bir insanımızı kaybediyoruz.
Her evde aynı sözler, aynı korku, aynı acı var. Koca bir cenaze evindeymişiz gibi sanki..  Kaybolanların tekrar gelmeyeceğini bildiğimiz halde birbirimizi gerekli gereksiz sözlerle telkin etmeye, lüzumlu lüzumsuz anılarla güldürmeye çalışıyoruz. Bir tarafımız gülüyor, bir tarafımız acıkıyor ama her tarafımız acıyor, her tarafımız yanıyor.
Çünkü her gün biraz daha bitiyoruz, her gün biraz daha bitiriliyoruz. Alevlerin, çığlıkların, acımasızlığın yükseldiği dünyanın, bizi cehenneme hazırlıyormuş gibi bir hali var adeta! 
Korkunç! Parçalayıcı! Dağlayıcı!
İnsan olan bir insanın tüm bu olanlara, tüm bu gördüklerine dayanması çok zor. Gerçekten çok zor ve çok acı..  
Bu kara duman hepimizin nefes almasını zorlaştırıyor. Gitsin artık! 
Olanlar, insanı hayattan koparıyor, yaşamdan uzaklaştırıyor. Bitsin artık!

Bugünlerin unutulması, bitmesi için, umuda inanmak için, geleceğe sarılmak için, insanlara bu hayattaki  güzel  şeyleri göstermek için; nefret duyguları ile değil, bağırarak değil, bir söz, bir yazı, bir şiir, bir şarkı, bir resim ile anlatmaya çalışan insanların önünde  saygı ile eğiliyorum. İyi ki varsınız! Tüm bunlar içimizdeki nefreti,  içimizdeki ateşi söndürüyor, alev almasını önlüyor. İyi ki varsınız  ve iyi ki bizi bu dünyanın enkazından çekip alıyorsunuz! 

Benim hergün “Hentbol  güzeldir.” demem de tamamen  bu sebeptendir. Birlikte olabileceğimiz en güzel  yerler, çocuklarımızı buluşturacağımız en güzel uğraşlar, ayrılmadan yan yana oturacağımız  en güzel yerlerden birisi de, bu salonlar, bu sahalar, bu tribünler, bu spor ve bunun gibi spor dalları olduğu içindir. 
Çirkinliklerden çok güzellikleri ortaya çıkarmak, kötülüklerden çok iyilikleri beslemek, yanlışlardan çok doğruları göstermek içindir. 

Son günlerde benim, evimde yaptıklarımı bir görseniz şaşarsınız! Eskiden, yıkadıktan sonra alt tarafından astığım oğlumun milli takım formasını, bugünlerde arkasındaki TÜRKİYE yazısı ters durmamalı, TÜRKİYE yazısı net okunmalı, TÜRKİYE her zaman aynı kalmalı diye çamaşır ipine omuzlarından mandallıyorum artık!
"TÜRKİYE hep böyle dik durmalı, TÜRKİYE hep doğru olmalı!" diyorum kendi kendime.. Çünkü bir tek TÜRKİYE’miz var ve bunun için her an onu düşünüyor ve  onun, güzel insanları için paylaşıyoruz. 

Yoksa.. Yaşantımız, duygularımız, alışkanlıklarımız, beklentilerimiz.. Herşeyimiz, her yaptığımız, her istediğimiz değişti artık! Görünen biz, biz değiliz. Konuşan biz, biz değiliz. 
Tutunacak neyimiz kaldı ki! Çocuklarımızı buluşturacağımız kaç güzel şeyimiz kaldı ki! Güzel bir kitap, güzel bir şiir, güzel bir müzik, güzel bir film, güzel bir spor,  güzel bir esinti,  temiz bir deniz, mis gibi bir yemek,  annemizin şefkati, sevdiğimizin kokusu, çocuğumuzun sesi, alnımızın teri..
Bunlar olmasa hayat olabilir mi ya! Bunlar olmasa insan yaşıyorum diyebilir mi ya! Uğraşlarımız, çabalarımız hep bu güzel şeylerin yaşaması, bu güzel şeyleri yapan insanların çoğalması içindir. 

Gelelim söylemek istediğim asıl konuya..
İki gündür bir haber okuyorum haber sayfalarında.. Trabzonspor Hentbol şubesini kapatmış diye,. Konu spor, çocuk ve hentbol  olduğunda  yazmak  zorunda hissettim kendimi. Kulüpleşememe, kendini bir türlü diğer sporlar içinde var edememe sorunları içinde olan canım hentbolun zaten birkaç tane gerçek anlamda kulübü var. Bunlardan bir tanesi de Trabzonspor.

Trabzonspor, Trabzonspor adı altında belki Beşiktaş gibi hentbolda uzun yıllardır var olmadı, şampiyonluklar kazanıp büyük kupalar kaldırıp büyük başarılara imza atmadı ama güzel bir kente, büyük bir camiaya bir spor dalını duyurdu. Hentbolu Karadeniz’e taşıdı, hentbolun duyulmasını sağladı. Futboldaki gibi onbinlerce genç bordo mavi formayı giymedi ama, giyen çok sayıda hentbolcu oldu. Bordo mavi forma altında bir spor kültürü, bir kulüp kültürü ya da sadece bir taraftar kültürü  kazanmasını sağladı. Birçok genç vaktini, aklını kötü alışkanlıklarla değil,  zamanını güzel bir çevrede, güzel bir uğraşla ve güzel bir forma içinde geçirdi.

Başka bir dönem olsa belki Trabzonspor’un hentbol şubesini kapatmasını hiç önemsemeyebilirdim. Ama yazımın baş tarafını özellikle, bilerek uzun tuttum. Neler yaşadığımız ve neler hissettiğimiz kimse tarafından unutulmasın lütfen! Bugünlerde; çocuklarımızı birarada tutacağımız, çocuklarımızı bu karanlık ortamdan kurtaracağımız, uzaklaştıracağımız, güvenle teslim edeceğimiz çok az şey, çok az yer kaldı. 
Spor bunların en güzel, en gereklilerinden bir  tanesi. Dayanışmanın, yardımlaşmanın, birbirine güvenmenin, birlikte çalışmanın en güzel adresi.. 
Tüm bu değerlerin, herşeyden, herkesten ve her hesaptan daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bir yanlışlık varsa yanlışlık düzeltilebilirdi. Yanlış bir kişi varsa doğru insan bulunabilirdi. Ama tüm bu unsurları, tüm bu insanları toplamayı başarabilen bir branş kesinlikle kapatılmamalıydı.
Bugün değil! Şimdi değil! 

Futboldan çok daha masum, futboldan çok daha masrafsız olan hentbol asla kapatılmamalıydı. Kapatılması düşünülmemeliydi bile!  Büyük bir spor kulübü anlayışı içinde hareket ederek bordo mavi formayı giyen her sporcuya, özellikle bu dönemde, bu süreçte her bir branşa, her sporcuya daha çok sahip çıkılmalıydı.  Nasıl futbolda yanlış birşeyler olduğunda futbolun kapatılması düşünülmüyorsa, bir futbol kulübü değil, bir spor kulübü olduğunu söyleyen Trabzonspor gibi bir kulüp hentbol branşını da kapatmamalıydı. 
Başka bir zaman olsa "Hedefi, planı, amacı olmayan hiçbir takım, gelişme, değişme göstermeyen hiçbir antrenör kalmamalı!" derdim ama bugünler öncelikle başarıyı, şampiyonluğu, kupayı hedeflenecek günler değil.. Bugünler, bir çocuğumuzu, bir gencimizi, bir insanımızı güzel uğraşlarla, güzel ortamlarda buluşturma günleri..
Her gün bir insanımızı kaybettiğimiz bugünlerde, değil bir kulübün kapatılmasını düşünmek, aksine daha çok spor branşının açılması, daha çok insanın sporla tanışması düşünülmeli ve sağlanmalıdır. Büyük kulüplerin ve büyük camiaların görevleri bunlardır. 
Benim açıkcası bugünlerde duymak istemediğim tek söz "kayıp" kelimesidir  ve bunu hentbolda, şimdi duymak gerçekten çok üzmüştür. 
Saygılarımla..

#Trabzonspor  #bordomavi #hentbol
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 04:12  No comments »

23 Ağustos 2016 Salı

Olimpiyat Oyunlarını seviyorum.  Bütün ülke bayraklarının, bütün ülke sporcularının, aynı anda, aynı yerde, aynı amaç ve inançla aynı sahada yer almasını seviyorum. Tek bayrak taşıyorlar, aynı adımı atıyorlar, aynı şarkıyı söylüyorlar. Olimpiyat Oyunlarının hiçbir renk, hiçbir ten, hiçbir branş ayırt etmeksizin tüm dünya uluslarını, tüm dünya sporcularını aynı yerde toplayabilme “gücünü” seviyorum. Bu muhteşem organizasyona katılmak, yeteneğini  tüm dünyaya sunmak, ismini spor tarihinin altın sayfalarına yazdırmak, rekabeti, mücadeleyi sporun tertemiz ruhu ve anlayışı ile ortaya koymak için çalışan sporculara hayranlıkla bakıyorum, alkışlıyorum.
Vücudun cimnastikçilerdeki o muhteşem esneklik ve estetikliğini; nefesin atletlerdeki, güreşçilerdeki, yüzücülerdeki son tükenişini; kuvvetin haltercilerdeki gibi saniyeler içinde bir barda toplanmasını; dengenin halka cimnastiğindeki gibi sarkan tellere, denge aletindeki gibi incecik bir tahtaya, çekiç atmadaki gibi iki metrelik bir alana sığdırılmasını;  birliktelik ruhunun takım sporlarındaki sarılışını;  hayallerin sırıkçılarda, yüksekçilerde, kürekçilerde, yelkencilerde ki gibi yol almasını seyretmeyi seviyorum.
Olimpiyatların insanın gerçek güzelliklerini ortaya çıkarmasını seviyorum. Bana insan olduğumu hissettiriyor. Ben de onların olduğu yerde olmak, onlar gibi koşmak, onlar gibi sevinmek, onlar gibi üzülmek istiyorum. Ne bir branş, ne  bir ülke, ne bir sporcu tutuyorum. Üzülenle üzülüyorum, sevinenle seviniyorum ve insan olduğumu hatırlıyorum. Çalışılacaksa böyle çalışılmalı, mücadele edilecekse böyle edilmeli, kaybedilecekse böyle kaybedilmeli diyorum. 
“Olamaz!” denileni olduran, “Yapamaz!” diyenleri duymayan, “Bitti!” seslerini umursamayan, rekor üzerine rekor kıran, zafer üzerine zafer kazanan, hikaye üzerine hikaye yazan, dünyanın en büyük ve en yetenekli sporcularını, dünyanın en anlamlı organizasyonunda seyretmek dünyanın en güzel olaylarından biri kuşkusuz. 


Ancak tüm bunları, sporcuları, sahayı, yarışmaları bir kenara bırakacak olursak, Olimpiyat Oyunlarının insana, insanlığa verdiği en büyük ders şu olmalı.
 Olimpiyat Oyunları öncesinde ve sonrasında, Olimpiyat bayrağı altında biraraya  gelen ülkelerin tüm dünyaya, tüm liderlere, tüm anne babalara, tüm gençlere, tüm çocuklara; 
“Bu birlikteliği, bu güzelliği, bu mücadeleyi her alanda görmek istiyoruz.”, “Dünya, birlikte daha güzel!”, “Dünya kız-erkek birlikte olduğunda, birlikte yol aldığında daha güzel!” demesidir. 
 “Olimpiyatlarda yanlış işlere, yanlış yapanlara yer yoktur!”, “İçinizdeki kötü şeyleri değil, güzel şeyleri besleyin!” “İçinizdeki yanlış insanları değil, doğru insanları destekleyin ve onlara fırsat verin!”  demesidir. 
 “Çocuklarınıza spor yaptırın! Çocuklarınız sporla, Olimpiyatlarla tanıştığında, dünyayla buluşacak, dünyadaki tüm insanlarla, tüm güzelliklerle tanışacaktır!” “Gelin, birlikte olalım! Gelin, birlikte koşalım.” “Gelin, çocuklarımıza daha yaşanır bir dünya bırakalım!” diye bas bas bağırmasıdır.  
"Olimpiyatlarda taraf olmaz, torpil olmaz!" diye sesini olanca gücüyle yükseltmesidir. 



 
 “Sporun bu güzelliğini siz de kendi alanınıza taşıyın!”, “Çok çalışın!” “Kendinize inanın, güvenin ve isteyin!”, “İşinizi doğru yaptığınızda kazanmayacağınız başarı, ulaşamayacağınız hedef yok!” mesajlarını muhteşem bir görsellik, muhteşem bir birliktelik, muhteşem bir sessizlik, muhteşem bir dayanışma içinde haykırmasıdır. 
Ve en güzeli de, Olimpiyat bayrağını ve meşalesini şimdilik yüreğinde taşıyan ve o gün geldiğinde  Olimpiyat Oyunlarının düzenlendiği kentte, kendi ülke bayrağını taşıyamaya, kendi ülke marşını dinlettirmeye hazırlanan, buna inanan ve bunu çok isteyen birçok ülke, birçok sporcu, birçok çocuk olduğuna inanmaktır. Onlar  Olimpiyat Oyunlarını, bizlerin de onları Olimpiyat Oyunlarında seyredeceğimiz günü beklemektir. 
Sporun gerçek ruhunu, sporcuların görmediğimiz aklını, yeteneğini, hislerini, vereceği mücadeleyi, göstereceği centilmenliğini, kısacası hayatın bütün güzelliklerini, sporun sürprizlerini, insanın bilmediğimiz özelliklerini dört gözle beklemek, dört yılı iple çekmektir.   
İyi ki varsın Olimpiyat.. 
Yüzlerce, binlerce, milyonlarca kez, “İyi ki varsın Olimpiyat!” 
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 01:29  No comments »

20 Ağustos 2016 Cumartesi


Sokakta, bahçede, salonda, sahada, bir çocuğun elinde, bir yetişkinin ayağında gördüğünüz şu güzel meşin yuvarlak var ya!
Hentbolcuların maç öncesi ellerine alıp evirip çevirdiği, havalara atıp tuttuğu, ellerindeki vaksı paylaştığı, iki eli arasına alıp "Hadi bakalım! Yüzümüzü kara çıkartma!" diyerek helalleştiği şu güzel, şu rengarenk hentbol topu var ya! 
İşte o meşin yuvarlak hentbol salonlarında neler yapıyor biliyor musunuz? 
Bazen bir ele  yapışıp kalır, bazen  hiçbir ele dokunmak istemez.  Bazen döne döne, bazen düz, bazen havadan, bazen  karadan yol alır. Bazen süzülür, bazen  yuvarlanır.  Bazen bir ele, bazen bir ayağa, bazen bir direğe, bazen bir bloğa, bazen bir çizgiye çarpar.
Oyun içinde oyun oynar. Kale direkleri arasında bilardo, ortada Yakan Topu oynamaya kalkar. 
Bazen söz dinlemez alır başını çıkmak ister, bazen dalga geçer, bazen taraf olur.
Kızdı mı yapamayacağı şey yoktur. Bazen bir burnu, bazen  bir eli, bazen bir direği kırabilir. 
Size tavsiyem bu topa iyi davranın! 

Ne sıkın, ne çok fazla gevşetin. Bir çocuğu sarmalar gibi sarın, bir elması  tutar gibi tutun. Ona değer verin, ona iyi davranın. Yoksa boyunuzu aşar, elinizden kaçar.
Çünkü bu top öyle birşey ki! Bu topun neler yapacağını ancak hentbol oynayanlar bilir. 
Bir o yana, bir bu yana.. 
Bir o kaleye, bir bu kaleye.. 
Bir rakip tarafa, bir ev sahibine..
Bir taça, bir kornere, bir auta gider. 
Bir sağdan bir soldan, bir yerden bir yukarıdan, bir enseden bir arkadan gelir.
Hentbol bu yüzden çok güzeldir.  
Nerede nasıl davranacağını iyi bilir. Gerektiğinde çok sert, gerektiğinde çok yumuşak olabilir. 
Bacak arası kafa üstü dinlemez. İstedi mi  iğne deliğinden geçer. Hangi yöne, kime gideceğini, nereden gireceğini, nasıl gol olmak istediğini oyuncular değil, kendisi bile bilmez. 
Herkesi peşinden koşturur. 
Herkese kendini öptürür.
Bu meşin yuvarlak acayip bir şeydir. 
Birisini ağlatır, birisini güldürür.
Birisine kazandırır, birisine kaybettirir.
Bu hentbol topu insanın başına neler getirir neler!
Hentbolu güzelleştiren de işte bu bilinmezlikler, işte bu sürprizlerdir.
Hentbol bu nedenle çok dinamik, çok estetik, çok güzel bir spordur. 
                                                                                            Zeynur Pehlivan
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 10:44  No comments »

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Bugünlerde; basketbolu bizlerden çok daha iyi bilen, basketbolcularıbizlerden çok daha iyi tanıyan insanlar kadın basketbolcularımızı çok daha iyi yazacak; sadece futbol, hentbol yazan, sadece dizi izleyen, sadece oyun oynayan, sadece telefonu ile kalan insanlar kadın basketbolcularımızı konuşacak; sokağa çıkan bir kadın, Olimpiyat Oyunlarında mücadele eden kadın basketbol takımımızın bir sporcusuymuş, onun formasını giymiş gibi gururla dolaşacak; basketbolcularımızın bu başarıları günlerce, saatlerce, sayfalarca, sayısız kelimelerle anlatılacaktır.

Gururla.. Onurla..

Evlerinde oturan insanlar dışarıdan gelen “Tıp, tıp, tıp!” seslerinin bir çocuğun elindeki basketbol topundan geldiğini bilecek; spor mağazasına gidenler basketbol topunu gösterip “Ver bakayım şu topu!” diye alıp birkaç kez yere vuracak; sabah çayını, kahvesini içenler “Ne maçtı ama!” “Ah o son saniye şutu yok mu!” diyecektir.

Sevgiyle.. Sempatiyle.. Hayranlıkla..

Okul bahçelerindeki basketbol potaları dolacak; sırtında Nevriye, Işıl, Birsel, Şebnem yazılı forma giyen çocuk sayıları çoğalacak; evlerinin odasına basketbol potası koyacak çok genç kız olacaktır. 

Umutla.. Özlemle.. 

Çok şey konuşulacak, çok şey yazılacaktır. 

En büyük, en anlamlı turnuvada yer alan tek Türk kadın takımı olmanın gururu, mücadele etmeden yenilmeyi kabul etmemenin, rakip farklı öndeyken bile pes etmemenin, herşeyini ortaya koymadan turnuvadan dönmemenin inancıyla verilen mücadelenin, hissedilen mutluluğun sanırım tarifi yoktur. 

Bir daha istemek, bir daha koşmak, bir daha denemek,

Bir daha istemek, bir daha koşmak, bir daha denemek,

Onlarca, yüzlerce kez aynı şeyi yapmak. Başarasıya kadar denemek, denemek, denemek. İnanılmazdı. Gerçekten inanılmaz

Sporun o şansı, o güzelliği olmasaydı, o güzel maç, o güzel mücadele o son saniye süzülüşü ile sonlanmasaydı eminim bir daha isteyecek, bir daha koşacak, bir daha deneyecektiniz.

Sizler; verdiğiniz muhteşem mücadele, gösterdiğiniz takım birlikteliği, bitmez tükenmez hırs, azim, güç, inanç ile; bu büyük organizasyonda yer almanın, güzel ülkemizi büyük bir onur ve gururla temsil etmenin ne kadar büyük bir mutluluk olduğunu gösterdiniz bizlere.

Sağolunvarolun.


Bir evden, bir sokaktan, bir otelden, bir otobüsten, bir soyunma odasından, bir sahadan tek bir sporcu geçer, tek bir sporcu yürür, bir sporcu oynar ama; arkasından binlerce kişi dua eder, binlerce kişi onu izler. 

Annesidir, babasıdır, kardeşidir, dedesidir, ninesidir, arkadaşıdır, sevgilisidir, antrenörüdür, masörüdür, idarecisidir, başkanıdır. Büyütmüştür, sevmiştir, desteklemiştir, emek vermiştir, yemek vermiştir, para vermiştir. Sporcular kadar zaman verir, sporcular kadar emek verirler. Ama bilinmezler, görünmezler.

Başta görünmeyen, bu başarı için yıllar öncesinden çocuğu ile birlikte yola çıkan tüm gizli kahramanlara, bu yolda her türlü desteği veren isimsiz tüm emektarlara, bu takıma tad veren herkese sonsuz teşekkürler. Spor, başarı her zaman ve heryerde birliktelik, dayanışma, yardımlaşma ister, güven ister.

Ve sahadaki görünen kahramanlar..

Söylenilen sözcüklerin hepsi yetersiz gelecek gibi geliyor. Sıkıntılı geçirdiğimiz şu dönemlerde ilaç gibi geldiniz. Sporun doğrularını, basketbolun, kadının mücadele gücünü, güzelliğini gösterdiniz. Bir basketbol topu ile hayata, umuda tutunma dersi verdiniz. Yılmadan, bıkmadan, sonuna kadar savaşmayı öğrettiniz. Aynı duruş ve aynı kararlılıkla, tek bir güç olarak hareket edildiğinde tüm zorlukların aşılabileceğini gösterdiniz. Bugünlerde hepsinden daha çok ihtiyacımız olan birlik, beraberlik, dayanışma duygularımızı Türkiye’den Brezilya’ya, basketbol sahalarına taşıdınız. Diğer branşlara, diğer sporculara örnek oldunuz.

İyi ki varsınız! Rio Olimpiyatlarındaki en büyük gururumuz oldunuz. Formalarınızı kimseye vermeyin. Böyle takımları, böyle başarıları, böyle mücadeleleri az görüyor Türkiye. Yine kendiniz yıkayın formalarınızı ve asın duvarınıza..

Tekrar tekrar bakın, tekrar tekrar hatırlayın! Ve şunu iyi bilin. 

Türkiye sizinle gurur duyuyor. 

                                                                                                                Zeynur Pehlivan

 

 


Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 01:28  No comments »

14 Ağustos 2016 Pazar


İzin verirseniz sizlere Brezilya karşısında sergilediğiniz oyun ve mücadele için birkaç söz söylemek isterim. 
Ben eski bir hentbolcuyum. Bizim branşta vücut vücuda, yakın ve birebir mücadele vardır. Hız, dayanıklılık, sürat, kuvvet, akıl en üst noktadadır. Sürekli bir dinamiklik, sürekli bir görsellik vardır. Oyun ritmi hiç bozulmaz, hiç yavaşlamaz ve bunların sonucunda da onlarca top ağlarla buluşur. 
Bu özelliklerin hepsi basketbolda da vardır. Basketbolu, hentbolu güzelleştiren tüm bu özelliklerdir. Hatta sadece bunlar değil, top, pas, dripling, hızlı hücum, aldatma, pivot gibi terimler her iki branşta da mevcuttur. Basketbol ile hentbol branşları bu gibi özellikleri nedeniyle birbirlerine çok benzerler ve bu nedenle çok sevilirler. Dinamik, akıcı, estetik yönleri çok fazladır.

Ancak şunu söylemeliyim ki, siz benim düne kadar sahip olduğum bir düşünceyi tamamen yok ettiniz! Herşeyi alt üst ettiniz!
Utanarak ve sıkılarak itiraf ediyorum ki, ben düne kadar erkek basketbolunun mükemmel bir spor olduğunu, kadın basketbolunun erkek basketboluna göre daha yavaş, daha durağan, daha keyifsiz olduğunu düşünüyordum.
Özür diliyorum. Gerçekten çok özür diliyorum.
Çünkü Brezilya karşısında seyrettiğim basketbol, birçok erkek takımının ortaya koyacağı bir basketbol değildi. Çünkü dünkü mücadelenizde basketboldaki, hentboldaki, spordaki herşey vardı. O ne dayanıklılık, o ne kuvvet, o ne istek, o ne mücadeleydi öyle! 

Bir hentbolcu olarak değil, bir kadın olarak sizlerle büyük gurur duydum. Sahadan galip ayrılmak için verdiğiniz mücadele her yönüyle inanılmaz bir mücadeleydi. Her dakikası büyük alkışı hak eden bir mücadeleydi. Bunu ancak sizler hissedebilir, sizler anlatabilirsiniz ama ev sahibi takım önünde, binlerce seyirci karşısında, onlarca sayı gerisinde pes etmemeniz inanılacak, tarif edilecek bir şey değildi. 
Ekran başına kilitlediniz bizleri..
Her sayıda yüreğimizi hoplattınız..
Her top çalmada kalbimizi fethettiniz..
Her sayıda ayağa fırlattınız..
Bize büyük gurur ve mutluluk yaşattınız.
Teşekkürler ediyorum.
Artık biliyorum! Bu basketbol başka bir basketbol, bu mücadele başka bir mücadele, bu takım başka bir takım, bu kadınlar başka bir kadınlar..

Yaptığınız iş öyle büyük ki!  Ortaya koyduğunuz güç, istek öyle büyük ki!
Etkilenmemek, beğenmemek, alkışlamamak, güzel söz söylememek mümkün değil!
Verdiğiniz bu mücadele basketbol adına, basketbolu sevdirme adına öyle büyük bir başarı ki! Dünkü maçtan sonra eminim "Ben peri olmak, ben Nevriye olmak, ben Işıl olmak istiyorum." diyen yüzlerce, binlerce çocuk olacaktır. Ya da benim gibi "Bu kadın basketbolu, bu kadın direnci, bu kadın isteği ne kadar muhteşemmiş!" deyip salonlara giden yüzlerce, binlerce kadın..

Bizlere böylesine unutulmaz bir maçı yaşattığınız için onlarca, yüzlerce kez tebrikler! 
Bu muhteşem maçta direndiğiniz her dakika, uzatma dakikalarında ayakta kaldığınız her saniye, topa sahip olmak için atladığınız her hamle, rakibi savunmak için yaptığınız her savunma, maçı kazanmak için son saniyeye, son sayıya kadar attığınız her adım için sonsuz teşekkürler.

Olimpiyat Oyunlarında ülkemizi temsil eden tek kadın takımı olarak sizlerle gururlanıyorduk ama bundan sonra sizlerle daha çok gururlanacağız, daha çok umutlanacağız, daha çok unutmayacağız. Tekrar tekrar tebrikler ve sonsuz başarılar. 

@TBF #basketbol #hentbol #PotanınPerileri
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 22:23  No comments »

8 Ağustos 2016 Pazartesi


Her sabah bir arkadaşımızın kapımızı vurmasıyla uyanırdık. Mümkün olduğu kadar yavaş hareketlerle ayağa kalkar, kimin, ne için çaldığını bilerek kapıya açardık. "Günaydın!"  bile demez, arkamıza bakmaz, aynı yavaşlıkta tekrar yatağımıza uzanırdık. Odamıza giren arkadaşımıza kolumuzu uzatır, arkadaşımızın nabzımızı ölçmesini beklerdik. O gün, Dinlenik Nabız almak için görevlendirilmiş olan arkadaşımız işini bitirince de ayağa kalkar, bir şort, bir tişört giyer, Yalıkavak'ın henüz keşfedilmemiş, bozulmamış ormanlarında sabah koşusu yapardık. 
Bir tarafta orman kokusu, bir tarafta iyot kokusu.. Ormanın içine girdikçe gelen doğanın, koştukça yükselen pürçeklerin ve uyanan bizlerin sesleri.. 
Koştukça koşacağımız gelirdi. Müthişti, muhteşemdi, hatta eğer varsa muhteşem ötesi.
Güne böyle başlardık o kampta.. 

1976 yılında küçücük bir çocukken başladığım hentbol hayatım 1996 yılında bitti ve ben hem milli takımlarda hem de kulüplerde birçok kamp dönemi geçirdim.  Ama birisi bana "Unutamadığın bir hazırlık dönemi kampı var mı Zeynur?" diye sorsa tereddütsüz "ETİ ile yaptığımız Yalıkavak kampı." diye cevap verirdim.

1980 yılıydı. Eskişehir ETİ olarak bayanlarda şampiyon olmuş, o yaz sonu biraz biz, biraz da kulübün katkılarıyla hazırlık dönemi için Yalıkavak'a gitmiştik. Denizin hemen dibinde, önünde küçük bir iskelesi olan, küçücük bungalov evlerde kalıyorduk. O küçücük evleri de birer sporcu arkadaşımızla paylaşıyorduk. 
Bu kampı unutamamamın nedeni tabii ki bu evler veya sabah yaptığımız koşular değil. 
Bu kampı benim için unutulmaz kılan yaptığımız, paylaştığımız anlardı ama en güzeli hentbolla ilgili olanlardı. 

Güne biraz önce anlattığım şekilde başlardık ama günün belli bir bölümü bizim için çok özeldi. Antrenörümüz Kenan Öner tüm kamp dönemi için programını, neler yapacağımızı, bu dönemi nasıl değerlendireceğimizi bizlere anlatmıştı. Programda antrenman, beslenme, dinlenme, yüzme, eğlenme zamanları herşey planlanmıştı. Ancak orada bizi bekleyen farklı ve çok güzel bir şey vardı. 

Beraber eğlenmek, gece-gündüz beraber yüzmek, beraber yemek hazırlamak, aynı saatte yatmak, aynı saatte kalkmak.. Bunlar büyük keyifti ama bizim için en keyifli dakikalar, en heyecanla beklediğimiz dakikalar bambaşkaydı. 

1980 yılının Temmuz ayıydı ve  o yıl Moskova Olimpiyatları vardı. Olimpiyatın ne olduğunu biliyorduk ama henüz hentbolun nasıl olduğunu bilmiyorduk. Bu kampı güzelleştiren ve unutulmaz kılanda buydu. Çünkü bizim günlük kamp programımızın içinde mutlaka bir hentbol maçı izlemek vardı. İnanılır gibi değildi. 

Hentbol maçı yaklaştıkça hissettiğimiz o heyecanı sizlere anlatamam. Uyuyorsak uyanır, yüzüyorsak bırakır ve kafeteryanın önündeki küçücük siyah-beyaz televizyonun önünde toplanır, hentbolun nasıl bir spor olduğunu öğrenmeye çalışırdık. O günlerde farklı dünyadan bir canlıyla karşılaşsak ancak bu kadar merak ederdik, bu kadar hayretle bakardık. 

Hentbol maçı başladığında da;
Biz sorardık, Kenan abi cevap vermeye çalışırdı.
Biz heyecanlanırdık, Kenan abi yatıştırmaya çalışırdı.
Biz bakardık, Kenan abi anlatmaya çalışırdı.
Sordukça sorar, öğrendikçe heyecanlanır, heyecanlandıkça daha çok severdik.

Salon hentbolu Türkiye'ye geleli henüz dört yıl olmuştu ama biz ilk kez Dünya hentbolunu, dünya hentbolcularını görüyorduk. Sovyetler Birliği, Romanya, Almanya, Yugoslavya'nın hentbolda en büyük takımlar olduğunu öğreniyorduk. Takımları seyrediyor, oyunculara hayran oluyor, kuralları öğreniyorduk. 

Bizler o dönem, bırakın hentbolun tam olarak nasıl oynandığını bilmek, hentbol oynarken neler giyileceğini bile bilmezdik. Üç adım atmasını biliyorduk belki ama üç adımı nasıl atacağımızı bilmiyorduk. Top tutmasını biliyorduk belki ama topu nasıl tutacağımızı bilmiyorduk. 
Ne oynadığımız, ne giydiğimiz şeyler birbirine benziyordu. 
Seyrettiğimiz takımların üzerinde Adidas marka forma şortlar varken bizim üzerimizde düğmeli eşofmanlar, bez tiger ayakkabılar vardı. 

Kısacası, 1980 yılındaki o yaz sorduğumuz sorular sadece hentbol oyunu ile ilgili değildi.  Maçı bekler, izler ve maçın başından itibaren küçük bir çocuğun binlerce kez sorduğu gibi "Bu ne?", "Bu ne?" "Bu ne?" diye sorar, sorar, sorardık. Bir an olsun ekrandan gözümüzü ayıramaz ve bir sonraki maçı büyük bir heyecanla beklerdik. 
Maç başlamadan dakikalarca o küçücük televizyona bakardık. Televizyonun içine girerdik. Televizyonun önünde yer almak için birbirimizle savaşırdık. 
Öylesine heyecanlı, öylesine heyecanlanmıştık hentbolla tanıştığımızda bu ilk yıllarda.

Yıllar sonra Genç Milli takımda beraber çalıştığım Macar Peter Kovacs'ı karşımda gördüğümde de böyle heyecanlanmıştım. Kendisiyle tanışırken "Biliyor musun, sen benim izlediğim ilk hentbolculardansın, ilk idollerimden birisiydin." demiştim. 

1980 Temmuz ayını, o kareleri, siyah-beyaz o devasa takımları, o hentbolcuları ve o anları unutamayacağım. Olimpiyat Oyunlarındaki hentbol maçlarını nasıl bir arzuyla, nasıl bir heyecanla beklediğimizi hiç unutmayacağım ve unutmadım. Saatini çok iyi bilmemize rağmen yüzlerce kez birbirimize "Maç saat kaçtaydı?, "Maç saat kaçtaydı?" diye sorduğumu hiç unutmayacağım.

Bugün nasıl kamp yapılıyor, takımlar birlikte oturup hentbol maçı izleyip sorular soruyorlar mı bilemiyorum ama bildiğim bir konu var ki, ne o günkü gibi televizyondan maçları izleyebiliyoruz, ne de hentbolu bu kadar merak ediyoruz. 
Ah o yıllar ah! Ah ne güzelmiş o yıllar! 


Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 13:53  No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search