Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi

8 Ağustos 2016 Pazartesi


Her sabah bir arkadaşımızın kapımızı vurmasıyla uyanırdık. Mümkün olduğu kadar yavaş hareketlerle ayağa kalkar, kimin, ne için çaldığını bilerek kapıya açardık. "Günaydın!"  bile demez, arkamıza bakmaz, aynı yavaşlıkta tekrar yatağımıza uzanırdık. Odamıza giren arkadaşımıza kolumuzu uzatır, arkadaşımızın nabzımızı ölçmesini beklerdik. O gün, Dinlenik Nabız almak için görevlendirilmiş olan arkadaşımız işini bitirince de ayağa kalkar, bir şort, bir tişört giyer, Yalıkavak'ın henüz keşfedilmemiş, bozulmamış ormanlarında sabah koşusu yapardık. 
Bir tarafta orman kokusu, bir tarafta iyot kokusu.. Ormanın içine girdikçe gelen doğanın, koştukça yükselen pürçeklerin ve uyanan bizlerin sesleri.. 
Koştukça koşacağımız gelirdi. Müthişti, muhteşemdi, hatta eğer varsa muhteşem ötesi.
Güne böyle başlardık o kampta.. 

1976 yılında küçücük bir çocukken başladığım hentbol hayatım 1996 yılında bitti ve ben hem milli takımlarda hem de kulüplerde birçok kamp dönemi geçirdim.  Ama birisi bana "Unutamadığın bir hazırlık dönemi kampı var mı Zeynur?" diye sorsa tereddütsüz "ETİ ile yaptığımız Yalıkavak kampı." diye cevap verirdim.

1980 yılıydı. Eskişehir ETİ olarak bayanlarda şampiyon olmuş, o yaz sonu biraz biz, biraz da kulübün katkılarıyla hazırlık dönemi için Yalıkavak'a gitmiştik. Denizin hemen dibinde, önünde küçük bir iskelesi olan, küçücük bungalov evlerde kalıyorduk. O küçücük evleri de birer sporcu arkadaşımızla paylaşıyorduk. 
Bu kampı unutamamamın nedeni tabii ki bu evler veya sabah yaptığımız koşular değil. 
Bu kampı benim için unutulmaz kılan yaptığımız, paylaştığımız anlardı ama en güzeli hentbolla ilgili olanlardı. 

Güne biraz önce anlattığım şekilde başlardık ama günün belli bir bölümü bizim için çok özeldi. Antrenörümüz Kenan Öner tüm kamp dönemi için programını, neler yapacağımızı, bu dönemi nasıl değerlendireceğimizi bizlere anlatmıştı. Programda antrenman, beslenme, dinlenme, yüzme, eğlenme zamanları herşey planlanmıştı. Ancak orada bizi bekleyen farklı ve çok güzel bir şey vardı. 

Beraber eğlenmek, gece-gündüz beraber yüzmek, beraber yemek hazırlamak, aynı saatte yatmak, aynı saatte kalkmak.. Bunlar büyük keyifti ama bizim için en keyifli dakikalar, en heyecanla beklediğimiz dakikalar bambaşkaydı. 

1980 yılının Temmuz ayıydı ve  o yıl Moskova Olimpiyatları vardı. Olimpiyatın ne olduğunu biliyorduk ama henüz hentbolun nasıl olduğunu bilmiyorduk. Bu kampı güzelleştiren ve unutulmaz kılanda buydu. Çünkü bizim günlük kamp programımızın içinde mutlaka bir hentbol maçı izlemek vardı. İnanılır gibi değildi. 

Hentbol maçı yaklaştıkça hissettiğimiz o heyecanı sizlere anlatamam. Uyuyorsak uyanır, yüzüyorsak bırakır ve kafeteryanın önündeki küçücük siyah-beyaz televizyonun önünde toplanır, hentbolun nasıl bir spor olduğunu öğrenmeye çalışırdık. O günlerde farklı dünyadan bir canlıyla karşılaşsak ancak bu kadar merak ederdik, bu kadar hayretle bakardık. 

Hentbol maçı başladığında da;
Biz sorardık, Kenan abi cevap vermeye çalışırdı.
Biz heyecanlanırdık, Kenan abi yatıştırmaya çalışırdı.
Biz bakardık, Kenan abi anlatmaya çalışırdı.
Sordukça sorar, öğrendikçe heyecanlanır, heyecanlandıkça daha çok severdik.

Salon hentbolu Türkiye'ye geleli henüz dört yıl olmuştu ama biz ilk kez Dünya hentbolunu, dünya hentbolcularını görüyorduk. Sovyetler Birliği, Romanya, Almanya, Yugoslavya'nın hentbolda en büyük takımlar olduğunu öğreniyorduk. Takımları seyrediyor, oyunculara hayran oluyor, kuralları öğreniyorduk. 

Bizler o dönem, bırakın hentbolun tam olarak nasıl oynandığını bilmek, hentbol oynarken neler giyileceğini bile bilmezdik. Üç adım atmasını biliyorduk belki ama üç adımı nasıl atacağımızı bilmiyorduk. Top tutmasını biliyorduk belki ama topu nasıl tutacağımızı bilmiyorduk. 
Ne oynadığımız, ne giydiğimiz şeyler birbirine benziyordu. 
Seyrettiğimiz takımların üzerinde Adidas marka forma şortlar varken bizim üzerimizde düğmeli eşofmanlar, bez tiger ayakkabılar vardı. 

Kısacası, 1980 yılındaki o yaz sorduğumuz sorular sadece hentbol oyunu ile ilgili değildi.  Maçı bekler, izler ve maçın başından itibaren küçük bir çocuğun binlerce kez sorduğu gibi "Bu ne?", "Bu ne?" "Bu ne?" diye sorar, sorar, sorardık. Bir an olsun ekrandan gözümüzü ayıramaz ve bir sonraki maçı büyük bir heyecanla beklerdik. 
Maç başlamadan dakikalarca o küçücük televizyona bakardık. Televizyonun içine girerdik. Televizyonun önünde yer almak için birbirimizle savaşırdık. 
Öylesine heyecanlı, öylesine heyecanlanmıştık hentbolla tanıştığımızda bu ilk yıllarda.

Yıllar sonra Genç Milli takımda beraber çalıştığım Macar Peter Kovacs'ı karşımda gördüğümde de böyle heyecanlanmıştım. Kendisiyle tanışırken "Biliyor musun, sen benim izlediğim ilk hentbolculardansın, ilk idollerimden birisiydin." demiştim. 

1980 Temmuz ayını, o kareleri, siyah-beyaz o devasa takımları, o hentbolcuları ve o anları unutamayacağım. Olimpiyat Oyunlarındaki hentbol maçlarını nasıl bir arzuyla, nasıl bir heyecanla beklediğimizi hiç unutmayacağım ve unutmadım. Saatini çok iyi bilmemize rağmen yüzlerce kez birbirimize "Maç saat kaçtaydı?, "Maç saat kaçtaydı?" diye sorduğumu hiç unutmayacağım.

Bugün nasıl kamp yapılıyor, takımlar birlikte oturup hentbol maçı izleyip sorular soruyorlar mı bilemiyorum ama bildiğim bir konu var ki, ne o günkü gibi televizyondan maçları izleyebiliyoruz, ne de hentbolu bu kadar merak ediyoruz. 
Ah o yıllar ah! Ah ne güzelmiş o yıllar! 


Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 13:53  No comments »

0 yorum:

Yorum Gönder

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search