Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

21 Ocak 2015 Çarşamba




Gazeteci yazar Yusuf Yalkın’ın bu haftaki yazısında; Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı'nın 2012 yılında gerçekleşen uyuşturucu olayları istatistiklerine dayanarak hazırladığı “2013 Uyuşturucu Raporu”ndan bölümler yer aldı.192 sayfalık raporda çarpıcı bilgilere yer verilirken, yaşanan eroin olaylarında İstanbul'un birinci, Ankara'nın ise ikinci sırada yer alması dikkat çekiyor. Sadece eroinde değil, Kokain ve Ecstasy’de de Başkent 2. sırada…
Haberini okuduğumda dehşete düşmüştüm. Birde buna Meslek Liselerindeki Beden Eğitimi derslerinin kaldıracağının öğrendiğimde ise, Beden Eğitimi ve Sporun, hayatımızdaki önemini bir kez daha hatırlatmak ihtiyacı hissettim. İlkokul birinci sınıfta okula gelen bir çocuk, bütün doğallığı ve coşkusuyla gelir. Ağlamak istiyorsa ağlar, gülmek istiyorsa güler, seviyorsa sevdiğini, sevmiyorsa sevmediğini söyler. Her çocuk farklıdır. Her çocuk özeldir. Her çocuğun farklı istekleri ve beklentileri vardır. Ancak, anlaşma sağladıkları tek ortak konu oyundur. Peşinden koştukları tek şey toptur. Her çocuk oyun ister. Her gün oyun oynayamaya ihtiyaç duyan, kreşte veya sokakta oyun oynamaya alışık olan bu küçüklerden,  derslerde sadece susmaları ve yazmaları istenir. Bir sonraki sene biraz daha fazla yazmaları, biraz daha fazla test çözmeleri istenir. Birkaç sene geçince önce dershaneye başlamaları, çok daha fazla test çözmeleri istenir. On beş yıl sonra da, on beş yıl önce okula başlayan çocuktan eser kalmaz. Ne ilk günkü coşkusu, ne doğallığı, ne oyun oynama isteği, ne de bu isteği rahatlıkla yerine getirebilecek bir beden…Okula başlayasıya kadar hayatı oyun olan çocuğun, elinden oyuncağı alınır. Teneffüslerde derse girmek istemeyen öğrenci, Beden Eğitimi derslerine koşarak gelir.


Biz Beden Eğitimi Öğretmenleri, çocukta bunları gözlemleriz. Beden Eğitimi dersinde çocuk bütün duygularını dışa vurur. Oyun oynarken sergilediği davranış, arkadaşlarına söylediği iyi veya kötü sözler, kaybettiğinde gösterdiği tepki, kazandığı andaki sevinç çığlıkları, oyun esnasında kurallara uyumu, oyun oynama isteği, ders bittiğindeki hüzün…Bütün bunlar aslında bize, o çocuğun yaşadığı veya yaşamakta olduğu hayatı anlatır. Oyun, bir çocuk için en güzel tedavidir. Bir problemi nasıl çözmesi gerektiğini antrenmanda veya maçlarda öğrenmiş olan bir çocuk hayatta karşılaştığı engellerle rahatlıkla baş edebilir, başka uğraşlar aramaz. Sorununu başka şekillerde çözmeye çalışmaz. Mutlu olduğu bir ortamda yaşayan bir çocuk, arkadaşları sayesinde, öğretmeni sayesinde, antrenman sayesinde, ekip çalışması sayesinde sorunların üstesinden gelmeyi öğrenir. Digital ortamda herşeye sahip,  fakat gerçekte yalnız başına olan bu çocuklarımızın sağlıklı bireyler olmasını istiyorsak, düşünen, hareket eden, toplumla içiçe yaşayan, toplumdaki sorunlarının farkında olan bireyler yetiştirmek istiyorsak, onları bir ekip, bir takım çalışmasının içine çekmek gerekir. Bu da ancak bir çocuğun yeteneğini, hayal gücünü, yaratıcılığını ifade edebileceği  güzel sanatlar, müzik, spor  vb.  ile mümkündür.
Matematik hayatımızın her anında var. Sabah kaç dilim ekmek yediğimizden tutunda, koşarken kaç adım attığımızı, kaç dakika koştuğumuzu, nabzımızı sayarken ya da futbolda köşe atışı kullanırken hangi açıyla atışı kullanmamız gerektiğini bize öğretir. Ama tek başına bu yeterli değildir.  Spor yapan, ekip çalışmasını bilen, anlık doğru karar vermesini bilen, mücadele etmesini bilen, farklı olaylardan farklı dersler çıkaran bir çocuk, derste öğrendikleriyle bunları harmanladığında, bunları yaşamına uyguladığında daha sağlıklı bir birey olur.
Ne demek istediğimi sizlere örneklerle açıklamaya çalışacağım. Sadece derse odaklanan bir çocukta  bakın neleri gözlemleriz?
Bir turnuvadayız. Bir öğrencimiz rahatsızdı ve otelde diğer öğretmenle kalmıştı. Onlara da yiyecek bir şeyler almıştık. Biz yemeğimizi yerken bir öğrencime “Yemekleri soğumasın, sıcak bir yere koyun” demiştim. Bulunduğumuz yerde soba vardı. Gitti ve sobanın üzerine koydu. Kısa bir süre sonra dışındaki naylon poşet erimeye başladı. Bunu sobanın üzerine bırakan öğrenci ise şaşkınlıkla, “Aaa…. Bu kalorifer gibi değil mi?” dedi.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı törenleri için Cebeci Stadındayız. Hiç stada gitmeyen bir öğrenci,  stada girdiğimizde “Hocam matematikte sorulan soruyu şimdi anladım. Futbol sahası böyle miymiş!” dedi. “Soru neydi?” dedim. O da bana “Bir futbol sahası büyüklüğünde olan…… diye başlayan bir soruydu” dedi. İlginç değil mi?
Oysa, spor sayesinde bir çocuk; müsabaka esnasında Matematik dersinin yanı sıra, uyguladığı hızda Fizik dersini, maç için gittiği bir kenti gören ve kültürünü, tarihini öğrenen bir çocuk Coğrafya, Tarih, Edebiyat ya da Güzel Sanatlar dersini görerek öğrenir. Özel günlerde düzenlenen gösterilerde yer alan bir çocuk cesaret, ritim duygusu, kalabalık önünde hareket etme gibi özelliklerle Müzik dersini öğrenir.  Bu değişimi ve gelişimi anne- babalar nasıl görmezler derken şimdi de  Meslek Liselerinde Beden Eğitimi derslerinin kaldırılması gündemde.
Spor yapan bir çocuk sadece yaptığı antrenmanla, oynadığı maçla değil, tanıdığı her insan, gittiği her il, okuduğu her kitap, gördüğü her filmden bir şey öğrenir. Bu farklılıklar, çocuğu da farklı yapar. Daha ilk bakışta bir çocuğun spor yaptığı anlaşılır. Duruşuyla, görünüşüyle, konuşmasıyla, kendine güveniyle…Tıpkı okula başladığı ilk günlerdeki gibi… Hiçbir etkinliğe katılmayan, yeteneklerinin ne olduğunu, neyi başarabileceğini bilmeyen bir çocuk ise sadece seyreder, ama büyük bir gıpta ile…
Her çocuğa yeteneklerini sergileyebileceği bir ortam hazırlamak, sunmak zorundayız.  Eğitim çok önemli, ama öğretimle birlikte. Ben üniversiteyi okudum, ama öğrendiklerimin daha çoğu spordan, öğrencilerimden, hayattan olmuştur. Olayların dışında kalarak bir şey öğrenilmez. Ancak içinde yer alırsanız, o keyfi tadar ve bir daha hiç bırakmazsınız. Gençlerimizi uyuşturucu ile buluşturmak yerine sporla buluştursak daha iyi değil mi? Uyuşturucunun tadını değil de, sporun, sanatın tadını keşfetseler… Meslek Liselerindeki gençlerin zamanlarını sporla doldursak daha iyi değil mi?
Akdeniz Oyunları esnasında İspanya bayan milli takım antrenörü ile sohbet etmiştim ve “Yetenekli sporcuları nasıl belirliyorsunuz?” diye sormuştum. O da bana “Gelen her çocuğu alıyoruz, biz seçmiyoruz” demişti.
Eğitim ve öğretim kurumu olan okullarımız, sadece bilginin verildiği mekanlar değil, aynı zamanda bilim, kültür, sanat, spor derslerinin de verildiği eğitim kurumlarıdır. Meslek Liseleri eğitim kurumu değil mi?
Biz de çocuklarımıza “Sen, sen, sen… geliyorsun, diğerleri gidebilir” demediğimiz bir ortam yaratsak,  şu şu okullarda Beden Eğitimi Dersi olsun, diğer okullarda ki çocuklara gerek yok demesek, çocuklarımızı kaybetmesek!
Okul öncesi eğitimi nasıl  zorunlu ise ve  bu eğitimlerde daha çok oyuna, etkinliklere, becerilere, birlikteliğe önem veriliyorsa, 4+4+4 sisteminin her kademesinde de   bunlara yer verilmeli. Geleceğimize daha fazla zarar vermek istemiyorsak…




Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 04:54 in    No comments »

Biliyorum, futbol maçları olmadığı, futbol konuşulmadığı zaman günler geçmek nedir bilmez. Hele sezon bittiğinde, tadımız tuzumuz öyle bir kaçar ki... Ağustos ayı gelinceye kadar, yurt içi ve yurt dışında yapılan tüm hazırlık maçlarını izleriz. Transfer gündemini takip edip, hangi oyuncunun, hangi kulübe, ne kadara mal olacağını, sonu gelmez sohbetlerde, sonu gelmez taktik ve önerilerle futbolu hayatımızdan uzaklaştırmayız. Televizyonu açtığımızda izlenecek futbol programı, tartışılacak pozisyon, dinlenilecek yorumcu bulamadığımızda, eski maç görüntülerine bile razı oluruz. La Liga, Bundesliga, Premier Lig, PTT 1. Lig veya Futbol Arşivi’nden görüntülerin tekrarı, hiç fark etmez!.. Yeter ki, baktığımızda futbolu görelim. Yine seyreder, yine konuşur, yine hakeme kızar, yine “O gol kaçar mı?” muhabbetine kaldığımız yerden devam ederiz…
Biliyorum, futbolcular gibi sizde ekmek parasını futboldan kazandınız, kazanıyorsunuz. Sizlerden futbola ara vermenizi istemiyorum. Futbolsuz hayat, çok bayat biliyorum. Ben de Galatasaray, Fenerbahçe ile olan puan farkını kapatacak mı, Ujfalusi  teknik adamla oyuncular arasında nasıl bir köprü olacak, Önder Özen- Bilic ikilisi Beşiktaş’ı nereye taşıyacak ya da Trabzonspor Avrupa’daki başarısını ligde de yakalayacak mı merak ediyorum.
Üç gün sonra Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası Danimarka’da start alacak. Avrupa Futbol Şampiyonası’nı siz nasıl seyrediyorsanız, ben de Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası’nı öyle seyrediyorum. Siz nasıl maç bitene kadar ekranın karşısından ayrılmıyorsanız, ben de öyle yapıyorum. Siz futbolda nasıl Ronaldo mu, Messi mi tartışması yapıyorsanız, bizde Duvnjak mı, Rutenka mı diye tartışıyoruz…
Sayın spor yazarları, sayın futbol yazarları… Sizlerden, Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası’ndan sadece ama sadece bir maç izlemenizi rica ediyorum…
Bir spor yazarının hentbolu bilmediğini düşünmüyorum zaten. Ama son yıllarda hentbolun ne kadar geliştiğini, Avrupa’da nasıl oynandığını görmenizi istiyorum. Neler kaçırdığınızı o zaman göreceksiniz…
Daha önceki yazımda “Hentbolun kalbi, doğduğu yerde atacak” demiştim. Ben eminim, sizin kalbiniz de böyle atacak, “yok böyle bir şey”, “bu spor ne olmuş böyle?” diyecek, gözlerinize inanamayacaksınız.
O heyecana, o tempoya, o güce, o fiziğe, o mücadeleye, o seyirciye hayran olacak, “yok böyle bir şey” yerine, “varmış böyle bir şey” diyeceksiniz.
Eminim siz de benim gibi maç sonuna kadar ekranın başından ayrılmayacak, ertesi gün hentbolu, maçı, mücadeleyi ve sporcuları konuşacaksınız.
Futboldaki gol burada da var, futboldaki mücadele burada da var, büyük kulüplerin dışında kalan takımların seyircisinden daha fazla seyirci burada da var, hatta daha fazla eğlence, daha fazla heyecan var.
Siz gelin, bir saatinizi hentbola ayırın. Bakın bakalım benzerlikler var mıymış?
Bakın bakalım hentbol nasıl bir spormuş?

Sporda ki birebir mücadeleyi seviyor, sahadaki rekabetten hoşlanıyorsanız, size hentbolu izlemenizi tavsiye ediyorum.
12 Ocak 2014’de Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası başlıyor. Hentbol Avrupa’da başladı, Avrupa’da biliniyor, Avrupa’da oynanıyor. Avrupa’nın en iyileri de Danimarka da sahne alacak. Avrupa’nın en iyi hentbolcularına sahip Hırvatlar mı, Mikkel  Hansen’li ev sahibi Danimarka mı, Karabatic ve Horozlar mı, hem bayanlarda hem erkeklerde büyük hamle yapan Sırplar mı, her sporda başarılı olan İspanyollar mı, yoksa Macarlar mı?.. Peki Polonya, İsveç!
En iyisi gelin biz bu maçları izleyelim, bu maçları konuşalım.

Hentbola seyirci kalmayalım, seyircisi olalım!..
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 04:34 in    No comments »

7 Ocak 2015 Çarşamba


Hentbol Federasyonu kurucusu Rahmetli Yaşar Sevim, üniversitede hocam olmuştu. Derslerin birinde, ”Bir çocuğun alnına bakıp o çocuğun hangi sporu yapacağını, ne olacağını bilmiyorsanız siz öğretmen olamazsınız. Çünkü bir çocuğun, futbolcu mu, basketbolcu mu, hentbolcu mu olacağı alnında  yazılıdır. Ve siz bu yazıyı görüp o çocuğu, o spor dalına yönlendirmiyorsanız bu mesleği yapmayın.” demişti.
Nedendir bilmiyorum, Hentbol Magazin Dergisinin düzenlediği Ödül Gecesinde ilk erkek milli takım oyuncuları sahneye çıktığında, Yaşar Hocamın  bu sözleri aklıma geldi.
Belki de o gece ödül almaya veya vermeye sahneye çıkan birçok kişide Yaşar Hocanın bu sözlerine uygun birçok kişiyi gördüğüm içindir veya gördüğüm bu insanların alınlarındaki yazıyı gören ve okuyan kişinin Yaşar Sevim olduğu içindir.
Belki o gece, geceyi düzenleyen Hentbol Magazin Dergisi Yayın Yönetmeni Uğur Kılıç’ın yaptığı açılış konuşmasında,  babası adına düzenlenen Yaşar Sevim Ödülünü vermek üzere orada bulunan kızı Olga Sevim’in ses tonunda, hentbol için birlikte yola çıktığı ve 38 yıl sonra arkadaşı adına verilen bu ödülü alan Sedat Muratlı’nın heyecanında veya ilk erkek milli takım oyuncularının kalbinde yaşadığını gördüğüm içindir.
Belki de,  ilk bayan milli takım oyuncularının da orada bulunuyor ve her konuşmamızda, sözün hep Yaşar Sevim ile başlıyor, hep Yaşar Sevim ile bitiyor olmasındandı, hiç bilemiyorum.
Hentbol Magazin Dergisi Ödül Gecesinde sahneye çıkan ilk erkek milli takımı benim için gelmiş geçmiş, gördüğüm ve izlemiş olmaktan gurur duyduğum, en iyi erkek milli takımıdır.
Avrupa takımlarında gördüğümüz gibi,  her oyuncunun ayrı bir yetenek, ayrı bir değer, ayrı bir güç, ayrı bir zekaya sahip oyunculardan kurulmuş bir milli takımdı. Sahaya giren oyuncunun çıkan oyuncuyu aratmadığı, Sedat Muratlı veya Yaşar Sevim’in oyuncu değiştirmek istediğinde ellerinin ve gözlerinin hep aynı oyuncuya gitmediği güzel günler, çok başarılı dönemlerdi.
Birçoğumuz Yaşar Sevim’in öğrencisi, sporcusu, dostu, arkadaşı veya misafiri olduk. Seminerlerde, kurslarda, spor salonlarında, evinde, üniversitedeki odasında sohbetler ettik.  Yaşar Sevim hocamızın elinde, dilinde, evinde, okuldaki odasında, arabasında hep hentbol gördük, hep hentbol konuştuk.
Bugün yine Yaşar Sevim hocamızı konuşuyoruz. Hentbol, Yaşar Sevim’i hiçbir zaman unutmayacak. Bunu çok iyi biliyoruz. Ama sanki hentbol Yaşar Sevim hocamızın dediklerini unutmuş gibi. “Bir çocuğun alnındaki yazıyı okuyamıyorsanız siz bu mesleği yapmayın.”
Bizim şimdi ki en büyük problemimiz galiba bu.. Ne Yaşar Sevim gibi her saniye hentbolu düşünen, konuşan ve çalışan var,  ne de “Ben hentbolcuyum” diye dolaşan bu çocukları bulup çıkaran..
Bugün, ne hentbolu böylesine seven, ne hentbol için her saniye çalışan, ne hentbol için böyle zaman harcayan, ne de hentbol için sağlığını tehlikeye atan bir insan var.
Böyle geceler insanı o günlere götürüyor işte.. Böyle geceler insanlara hep eski-yeni kıyaslaması yaptırıyor.
7 Kasım 2014  gecesi  hem ilk, hem son erkek milli takım oyuncularının birçoğunu  bir arada görmek büyük keyifti. Bütün bir yıl boyunca verdikleri emeğin karşılığını ödülle alan ve yılın hentbolcuları seçilen tüm sporcuları, antrenörleri, idarecileri ve kulüpleri kutluyorum.
İşitme Engelliler takımını ve Dünya Liseler Şampiyonu olan Doğa Kolejini, ISF ile ilk kez  bu şampiyonaya  Danimarka’ya giden (Eskişehir Cumhuriyet Lisesi) bir takımın oyuncusu ve o duyguları iyi bilen bir insan olarak onları alkışlamak büyük keyifti.
Geçen sene olduğu gibi bu senede yılın orta oyun kurucusu olan Beşiktaş Mogaz Hentbol takımından Şenol Boyar’a ikinci kez aynı ödülü, aynı kişiye vermiş olmak da benim için güzel bir andı.
Böyle organizasyonlarda tarih belirlemek, herkesin gelebileceği bir tarih bulmak gerçekten zor iştir. Okul, iş, maç takvimi, antrenmanlar… Ama buna rağmen hentbol camiasının büyük bir bölümünü orada görmek, birlikte olmak, tarihimizle buluşmak, hentbol gecesini birlikte yaşamak,  çok güzel bir duyguydu.
Metin Cildam’a verilen ödülü alan Çiğdem ablanın yaptığı konuşmada olduğu gibi Hentbol, ilk on senede büyük bir ivme yakalamıştı. Benim de temennim tekrar o yıllardaki heyecanı ve o ivmeyi yakalamaktır.

Üçüncüsü düzenlenen bu gecede emeği olan herkese ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum. Umarım dördüncü Ödül Gecesinde, biraz olsun bu heyecanı yakalamış veya hissetmiş bir şekilde buluşuruz.
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 06:08 in    No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search