Gazeteci yazar Yusuf Yalkın’ın bu haftaki
yazısında; Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Dairesi Başkanlığı'nın 2012 yılında gerçekleşen uyuşturucu olayları
istatistiklerine dayanarak hazırladığı “2013 Uyuşturucu Raporu”ndan bölümler
yer aldı.192 sayfalık raporda çarpıcı bilgilere yer verilirken, yaşanan eroin
olaylarında İstanbul'un birinci, Ankara'nın ise ikinci sırada yer alması dikkat
çekiyor. Sadece eroinde değil, Kokain ve Ecstasy’de de Başkent 2. sırada…
Haberini okuduğumda dehşete düşmüştüm.
Birde buna Meslek Liselerindeki Beden Eğitimi derslerinin kaldıracağının
öğrendiğimde ise, Beden Eğitimi ve Sporun, hayatımızdaki önemini bir kez daha
hatırlatmak ihtiyacı hissettim. İlkokul birinci sınıfta okula gelen bir çocuk,
bütün doğallığı ve coşkusuyla gelir. Ağlamak istiyorsa ağlar, gülmek istiyorsa
güler, seviyorsa sevdiğini, sevmiyorsa sevmediğini söyler. Her çocuk farklıdır.
Her çocuk özeldir. Her çocuğun farklı istekleri ve beklentileri vardır. Ancak,
anlaşma sağladıkları tek ortak konu oyundur. Peşinden koştukları tek şey
toptur. Her çocuk oyun ister. Her gün oyun oynayamaya ihtiyaç duyan, kreşte
veya sokakta oyun oynamaya alışık olan bu küçüklerden, derslerde sadece susmaları ve yazmaları
istenir. Bir sonraki sene biraz daha fazla yazmaları, biraz daha fazla test
çözmeleri istenir. Birkaç sene geçince önce dershaneye başlamaları, çok daha
fazla test çözmeleri istenir. On beş yıl sonra da, on beş yıl önce okula başlayan
çocuktan eser kalmaz. Ne ilk günkü coşkusu, ne doğallığı, ne oyun oynama
isteği, ne de bu isteği rahatlıkla yerine getirebilecek bir beden…Okula
başlayasıya kadar hayatı oyun olan çocuğun, elinden oyuncağı alınır.
Teneffüslerde derse girmek istemeyen öğrenci, Beden Eğitimi derslerine koşarak
gelir.
Biz Beden Eğitimi Öğretmenleri, çocukta
bunları gözlemleriz. Beden Eğitimi dersinde çocuk bütün duygularını dışa vurur.
Oyun oynarken sergilediği davranış, arkadaşlarına söylediği iyi veya kötü
sözler, kaybettiğinde gösterdiği tepki, kazandığı andaki sevinç çığlıkları,
oyun esnasında kurallara uyumu, oyun oynama isteği, ders bittiğindeki
hüzün…Bütün bunlar aslında bize, o çocuğun yaşadığı veya yaşamakta olduğu
hayatı anlatır. Oyun, bir çocuk için en güzel tedavidir. Bir problemi nasıl
çözmesi gerektiğini antrenmanda veya maçlarda öğrenmiş olan bir çocuk hayatta
karşılaştığı engellerle rahatlıkla baş edebilir, başka uğraşlar aramaz.
Sorununu başka şekillerde çözmeye çalışmaz. Mutlu olduğu bir ortamda yaşayan
bir çocuk, arkadaşları sayesinde, öğretmeni sayesinde, antrenman sayesinde,
ekip çalışması sayesinde sorunların üstesinden gelmeyi öğrenir. Digital ortamda
herşeye sahip, fakat gerçekte yalnız
başına olan bu çocuklarımızın sağlıklı bireyler olmasını istiyorsak, düşünen,
hareket eden, toplumla içiçe yaşayan, toplumdaki sorunlarının farkında olan
bireyler yetiştirmek istiyorsak, onları bir ekip, bir takım çalışmasının içine
çekmek gerekir. Bu da ancak bir çocuğun yeteneğini, hayal gücünü,
yaratıcılığını ifade edebileceği güzel
sanatlar, müzik, spor vb. ile mümkündür.
Matematik hayatımızın her anında var. Sabah
kaç dilim ekmek yediğimizden tutunda, koşarken kaç adım attığımızı, kaç dakika
koştuğumuzu, nabzımızı sayarken ya da futbolda köşe atışı kullanırken hangi
açıyla atışı kullanmamız gerektiğini bize öğretir. Ama tek başına bu yeterli
değildir. Spor yapan, ekip çalışmasını bilen, anlık doğru karar vermesini
bilen, mücadele etmesini bilen, farklı olaylardan farklı dersler çıkaran bir
çocuk, derste öğrendikleriyle bunları harmanladığında, bunları yaşamına
uyguladığında daha sağlıklı bir birey olur.
Ne demek istediğimi sizlere örneklerle
açıklamaya çalışacağım. Sadece derse odaklanan bir çocukta bakın neleri gözlemleriz?
Bir turnuvadayız. Bir öğrencimiz
rahatsızdı ve otelde diğer öğretmenle kalmıştı. Onlara da yiyecek bir şeyler
almıştık. Biz yemeğimizi yerken bir öğrencime “Yemekleri soğumasın, sıcak bir
yere koyun” demiştim. Bulunduğumuz yerde soba vardı. Gitti ve sobanın üzerine
koydu. Kısa bir süre sonra dışındaki naylon poşet erimeye başladı. Bunu sobanın
üzerine bırakan öğrenci ise şaşkınlıkla, “Aaa…. Bu kalorifer gibi değil mi?”
dedi.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
törenleri için Cebeci Stadındayız. Hiç stada gitmeyen bir öğrenci, stada girdiğimizde “Hocam matematikte sorulan
soruyu şimdi anladım. Futbol sahası böyle miymiş!” dedi. “Soru neydi?” dedim. O
da bana “Bir futbol sahası büyüklüğünde olan…… diye başlayan bir soruydu” dedi. İlginç değil mi?
Oysa, spor sayesinde bir çocuk; müsabaka
esnasında Matematik dersinin yanı sıra, uyguladığı hızda Fizik dersini, maç
için gittiği bir kenti gören ve kültürünü, tarihini öğrenen bir çocuk Coğrafya,
Tarih, Edebiyat ya da Güzel Sanatlar dersini görerek öğrenir. Özel günlerde
düzenlenen gösterilerde yer alan bir çocuk cesaret, ritim duygusu, kalabalık
önünde hareket etme gibi özelliklerle Müzik dersini öğrenir. Bu değişimi ve gelişimi anne- babalar nasıl
görmezler derken şimdi de Meslek
Liselerinde Beden Eğitimi derslerinin kaldırılması gündemde.
Spor yapan bir çocuk sadece yaptığı
antrenmanla, oynadığı maçla değil, tanıdığı her insan, gittiği her il, okuduğu
her kitap, gördüğü her filmden bir şey öğrenir. Bu farklılıklar, çocuğu da
farklı yapar. Daha ilk bakışta bir çocuğun spor yaptığı anlaşılır. Duruşuyla,
görünüşüyle, konuşmasıyla, kendine güveniyle…Tıpkı okula başladığı ilk
günlerdeki gibi… Hiçbir etkinliğe katılmayan, yeteneklerinin ne olduğunu, neyi
başarabileceğini bilmeyen bir çocuk ise sadece seyreder, ama büyük bir gıpta
ile…
Her çocuğa yeteneklerini sergileyebileceği
bir ortam hazırlamak, sunmak zorundayız. Eğitim çok önemli, ama öğretimle birlikte. Ben
üniversiteyi okudum, ama öğrendiklerimin daha çoğu spordan, öğrencilerimden,
hayattan olmuştur. Olayların dışında kalarak bir şey öğrenilmez. Ancak içinde
yer alırsanız, o keyfi tadar ve bir daha hiç bırakmazsınız. Gençlerimizi
uyuşturucu ile buluşturmak yerine sporla buluştursak daha iyi değil mi?
Uyuşturucunun tadını değil de, sporun, sanatın tadını keşfetseler… Meslek
Liselerindeki gençlerin zamanlarını sporla doldursak daha iyi değil mi?
Akdeniz Oyunları esnasında İspanya bayan
milli takım antrenörü ile sohbet etmiştim ve “Yetenekli sporcuları nasıl
belirliyorsunuz?” diye sormuştum. O da bana “Gelen her çocuğu alıyoruz, biz
seçmiyoruz” demişti.
Eğitim ve öğretim kurumu olan okullarımız,
sadece bilginin verildiği mekanlar değil, aynı zamanda bilim, kültür, sanat,
spor derslerinin de verildiği eğitim kurumlarıdır. Meslek Liseleri eğitim
kurumu değil mi?
Biz de çocuklarımıza “Sen, sen, sen…
geliyorsun, diğerleri gidebilir” demediğimiz bir ortam yaratsak, şu şu okullarda Beden Eğitimi Dersi olsun,
diğer okullarda ki çocuklara gerek yok demesek, çocuklarımızı kaybetmesek!
Okul öncesi eğitimi nasıl zorunlu ise ve bu eğitimlerde daha çok oyuna, etkinliklere,
becerilere, birlikteliğe önem veriliyorsa, 4+4+4 sisteminin her kademesinde
de bunlara yer verilmeli. Geleceğimize
daha fazla zarar vermek istemiyorsak…