Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

30 Ekim 2016 Pazar


Uzatmadan, yazıma hemen birkaç soru ile başlamak istiyorum. 
Siz; bir yangın gördüğünüzde "Bu itfaiyenin görevi! Bana ne!"; elindeki malzemelerini taşımakta zorlanan bir yaşlıyı gördüğünüzde "Aman! Çoluğu, çocuğu var! Gelsin o taşısın!"; kaza yapan bir araç gördüğünüzde, "Buna ben birşey yapamam! Polis gelsin!" ; düşen, yaralanan, ciddi bir rahatsızlık geçiren bir insanı gördüğünüzde, "Ben doktor değilim!" diyebiliyor musunuz? 

Diyemiyorsunuz!  Koşuyorsunuz, taşıyorsunuz, tutuyorsunuz, kaldırıyorsunuz, yardım ediyorsunuz! Yangına bir kova da siz su döküyorsunuz; bir yaşlının daha rahat nefes almasını sağlıyorsunuz; bir aracın kaza yaptığını haber veriyorsunuz; bir hayatı kurtarıyorsunuz; bir ambulans çağırıyorsunuz değil mi? 
Böyle durumlarda kimse, "Bu benim görevim değil!" diyemez sanırım. Beklenen, olması gereken normal durum budur değil mi? İnsanız, insanca davranırız, insanca davranmalıyız! 
"İnsan" olan bir kişi bu gibi durumlarda hiçbir şekilde "Hayır!"  diyemez. Zaten ne itfaiyenin, ne doktorun, ne polisin, ne de cankurtaranın olay yerine anında ışınlanması, hepsine anında yetişmesi ve müdahale etmesi mümkün değildir, değil mi? 

Şimdi gelelim demek istediğim asıl konuya. Umarım anlatabilirim. 
Futbol çok güzel bir oyun. Çim sahada, açık alanda, durmaksızın koşabileceğin bir zeminde, kocaman bir kaleye bir topu atmak için verilen mücadele, ayakların diğer branşlardaki gibi hemen fren pedalına basmadan özgürce koşması, üstelik bunu da seni alkışlayan insanlar arasında yapmak gerçekten müthiş!
Peki bu kadar güzel bir oyunda, futbolda çirkin şeyler olmuyor mu? Neler olmadı ki? Neler olmuyor ki! Neler görmedik ki! 
Ama insan yine o çimlerin üzerinde kayan futbolcuları, bir topu kurtarmak için uçan kalecileri, frikikteki taktikleri ve o meşin yuvarlağın doksana gidişini görmek istiyor. 
Futbol güzel oyun.. Seviyoruz, seyrediyoruz. 

Peki, futbol güzel oyun ama futbolu sadece sahadakiler, sporcular, hakemler, görevliler mi güzelleştiriyor!  Futbolu güzelleştirmek sadece Futbol Federasyonunun görevi mi? 
En iyisi bu soruyu, seyircisiz oynama cezası alan takımlara ve sahadaki futbolculara sormak lazım. 
Düşünsenize! Çok güzel bir yemek ve masa hazırlıyorsun, ama beklenen misafirler gelmiyor! Ev sahibinin masada tek başına kaldığını gözünüzün önüne getirsenize! Emek veriyor, zaman veriyor, hazırlanıyor ama masanın etrafı bomboş kalıyor! Tatsız bir durum, tatsız bir gece! 

Tribünlerdeki o koltuklar dolmasa, o pankartlar açılmasa, gol olduğunda o sesler yükselmese, futbolun tadı olacağını mı düşünüyorsunuz! Masanın etrafındaki o sohbet, o çatal, o bıçak sesleri, o sımsıcak yemek kokuları olmasa o masanın, o yemeğin, o gecenin lezzeti mi olur!
Kulüpler, taraftarların stada gelmelerini sadece kasalarını doldurmak için mi istiyorlar dersiniz! 

Yapmayın ne olur!
Hiçbir branş seyircisiz güzel olamaz! Biraz önce verdiğim örneği düşünün! Kalabalıkla, arkadaşlarla yediğiniz yemeğin tadını düşünün! Bir de; yalnız kaldığınızda, yumurta veya makarnayla başbaşa  kaldığınızı! 

Yapmayın arkadaşlar! Bizler çukur açılırken, dozer çalışırken durup olanları seyreden insanlarız. Buralarda bile birlikte olmayı, bakmayı, hatta olaya müdahale etmeyi çok severiz! 
Tamam, herşeyi görevlisinden, başkanından beklemekte haklısınız. Biz de Hentbol Federasyonundan çok şey bekliyoruz. Ama okullarda çocuklar olmayınca okul nasıl güzel olmuyorsa, spor salonları da seyirci olmayınca güzel olmuyor. Biz hentbolcuyuz ve hentbolu çok seviyoruz ama basketbola da, futbola da, voleybola da gidiyoruz. Herşeye rağmen futboldan nasıl vazgeçilmiyorsa, biz de hentboldan vazgeçemiyoruz. 



Daha dün Cumhuriyetimizi kutladık. Birlik, beraberlik, özgürlük dedik.
2 Kasım 2016 günü A Erkek Hentbol  Milli takımımızın Kosova ile  maçı var. Buyrun size birlik, beraberlik, tek yürek, tek nefes olacağımız bir yer! Yensek de, yenilsek de, hepimizin ağzından Türkiye sesinin çıkacağı, hepimizin yüreğinin Türkiye için atacağı, Federasyonlardan birşey beklemeyeceğimiz bir yer! Futbolcular, basketbolcular, voleybolcularımız gibi, hentbolcular da bizim çocuklarımız, bizim takımımız, bizim milli takımımız! 

Herkese, her branşa, her sporcuya nasıl elimizi uzatıyorsak, nasıl destek oluyorsak, güzel şeylerin olduğuna, olacağına nasıl inanıyorsak, diğer sporlarında futbol kadar güzel olduğunu biliyorsak, ay yıldızlı formayı giyen her çocuk bizim evladımızsa; 
Gelin ve hentbola, milli takıma destek verin lütfen! Milli takımı desteklemek için bir kulübün taraftarı, bir kulübün, bir gazetenin, bir branşın yazarı olmanıza gerek yok! İçinizde vatan sevgisi, spor sevgisi 
olsun yeter! 

Herşeyi annenizden, babanızdan, başkanınızdan, müdürünüzden beklemediğiniz gibi, herşey için doktora gitmediğiniz gibi gelin hentbola! Yazının başında anlattığım olaylarda nasıl "Hayır!" diyemiyorsanız buna da "Hayır!" demeyin! 
Bu kez değişik birşey yapın ve hentbola gelin! 
Bu Türkiye'nin takımı, bu Türkiye'nin Hentbol Milli takımı.. 
Gelin, beraber olalım, destek olalım! 
Türkiye Hentbol Milli takımının, Türkiye'nin yanında olalım! 



Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 01:07  No comments »

4 Ekim 2016 Salı


 Hentbolun bugünkü durumunu görüp "İçim sızlıyor!" "Canım acıyor!" deyince bazı arkadaşlar benim duygusal olduğumu söyler.  Duygusal olunca sanki yapılan doğruları veya  yanlışları göremiyor muşuz gibi.. Duygusal olunca, canımız acıyınca, gözlerimiz mi kör oluyor, aklımız mı kayboluyor! Herşeyin farkındayız ve herşeyi görüyoruz, sadece sporun, hentbolun güzelliğine saygımızdan fazlasını yazmıyoruz, paylaşmıyoruz.  


Dün facebook 'ta yayınladığım videoya bakar mısınız? Ve o maçın mümkünse tamamını izler misiniz lütfen!!

Maç İzmir'de, sahada İzmir takımı yok ama buna rağmen müthiş bir atmosfer var Celal Atik Spor Salonunda..

Daha önce paylaştığım ETİ- Barcelona bir Avrupa Kupası maçıydı ve tribünler bu nedenle doluydu diyebilirsiniz ancak bu maç, 

Eti Bisküileri - Beşiktaş maçı, Türkiye Liginde oynanan bir Play-off karşılaşması..

Maçı televizyon veriyor, tıklım tıklım dolu tribünler ve sahadaki müthiş  mücadele.. Türk hentbolu bir dönem böyleydi işte.. 

Eğer hentbolcuysanız bu atmosferi görünce içinizde sızlar, canınızda acır, duygusallaşırsınız da, boğazınızda düğümlenir. Benim bunları her seyrettiğimde gerçekten canım acıyor, kalbim ağrıyor.

Ancak maalesef birçok kimsenin canı acımadığı için bugünkü hentbol bu durumda değil, boş tribünlere oynuyor ve daha kötüsü tribünlerdeki bu insanlar bile hentbolu unutmuş durumda. 

Bu görüntüleri seyrettikçe öyle kötü oluyorum ki!

Hentbolu kimler boş tribünlere oynatacak duruma getirdiyse eski ayarlarına getirsin lütfen! Hentbol çok güzel bir spor  ve ben bu yıllardaki gibi bir hentbol, hentbol seyircisi istiyorum. 

Hentbol, 1989 yılında işte böyle dolu tribünlere oynanıyordu. Sadece İzmir değil, Eskişehir, Adana, Trabzon, İstanbul ve daha birçok ilde  tribünler böyleydi. Bu sahalardan geçen bir hentbolcunun canı da acır, öfkesi de büyür, gözleri de dolar. Bir şu görüntülere bakın, bir de geçen sene 82 kişi ile oynanan Şampiyonlar Ligi maçını düşünün!

Yazık! Gerçekten yazık! 

"Sistem böyle!" söylemlerine kesinlikle katılmıyorum. Sistemi insanlar yapar. Doğru şeyler yapılmış olsaydı, sistem doğru işlerdi. Her yerde, her şeyde yanlışlar tercih edildi, onaylandı, desteklendi. Yanlışlardan nasıl doğru bir sonuç çıkması beklenebilir ki! Sistem denilen bu şeyle kaç yetenek kayboldu, kaç yetenek küsüp hentboldan ayrıldı farkında mısınız?? 

Gerçekten artık hentbolda bunlar bir son bulsun, gerçekten!

Onun bunun adamı değil, hentbolun adamı gelsin hentbola..

Onun bunun tanıdığı değil, gerçek hentbol sevdalıları gelsin hentbola..

Oradan buradan kalan zamanında değil, tüm zamanını verecek insanlar gelsin hentbola..

Ondan bundan destek alarak değil, hentboldan destek alarak gelsinler hentbola..

İddia'dan alacakları para için değil, hentbol için gelsinler kulüpler hentbola.. 

Milli maça veya yurt dışına gidileceği zaman değil, hentbola her zaman gelecek insanlar gelsin hentbola..

Dikkat ederim!

Günal Ensari dışında kaç Hentbol Federasyonu başkanı geliyor maçlara.. 

Kendi maçı dışında kaç kulüp başkanı geliyor maçlara..

Kendi maçı dışında kaç hentbolcu geliyor maçlara..

Hentbolcu olan kaç Beden Eğitimi Öğretmeni kendi okulunda hentbol takımı çıkarıyor acaba..

Ya da hentbol gerçekten çok popüler bir spor dalı olsaydı kaç kişi aday olurdu dersiniz?  Ya da hentbol çok popüler olsaydı kaç gerçek büyük kulüpler girerdi hentbola dersiniz? Ya da başka bir soru! Neden hiç iyi hentbolcular, Hentbol başkanlığına aday olmuyor dersiniz? 

İşte tüm bu soruların cevabını, bugünkü hentbolun durumuna bakarak cevaplayabilirsiniz. Kim bitmiş, tükenmiş hentbola aday olur ki!  Hentbol başkan adaylarını gerçekten tebrik ediyorum. Büyük cesaret. Kendilerini sıfırdan başlanması gereken bir spor dalı bekliyor. 


Hentbol tam bize göre bir spor dalı.. Dinamiklik var, hız var, aksiyon var, mücadele var, onlarca gol var! Ne olur bu güzel spor için doğru birşeyler yapılsın artık. Şu maçı bir daha, bir daha izlesin Hentbol Federasyon adayları, daha sonra da bir de THF'ye gelsinler ve hentbolun ne kadar "geliştiğini" görsünler! O zaman ne dediğimi daha net anlayacaklardır. 


Lütfen! Lütfen! Lütfen! Ne yapılacaksa yapılsın ama hentbol yıllar önceki bu görüntülere, bu heyecana kavuşsun artık! 

Kolay hedefler değil, şampiyonlar Liginde var olmayı hedefleyen insanlar gelsin hentbola..

Olimpiyatlarda, Avrupa ve Dünya Şampiyonalarında olamadığımızda üzülen insanlar gelsin hentbola..

Hentbolun ilk yıllarındaki gibi büyük bir farkla yenildiğimizde kahrolan ve bir daha olmaması için savaşan insanlar gelsin hentbola..

Ne yapılacaksa yapılsın, hentbola kim gelecekse gelsin ama ne olur bugün salonlarımızda oynanan hentbol bu videodaki şekilde dolu tribünlere karşı oynansın! 

Ne olur! Ne olur! Ne olur!


Not: Bu videoyu gönderen Erdal Kaynak arkadaşıma çok teşekkürler.


2. Not: Acaba diyorum bu videoyu seçimler bitesiye kadar kaldırmasam mı? Bir daha bir daha baksalarda ne istediğimizi tam olarak anlasalar diyorum!



Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 05:04  No comments »

2 Ekim 2016 Pazar

Değerli hentbol severler, bir araştırma sırasında bulduğum ve çok önemsediğim bir yazıyı sizler için çevirmeye çalıştım, ancak yazı uzun olduğu için bazı raporlarda yapıldığı gibi bir okuyucu özeti yapmaya çalıştım. İsteyen olursa tamamını aşağıda verdiğim kaynaktan İngilizce ya da (mail adreslerini verirlerse onlara gönderebilirim) benim çevirimle de okuyabilir.

HC Metalurg’un Makedon antrenör Lino Cervar’ın Ağustos 2015’te Hentbolun Geleceği ile ilgili olarak yazdığı bu yazı antrenörlerimiz için olduğu kadar sporcularımız içinde önemli mesajlar içermektedir. Yazıya çok fazla yorum katmak istemedim çünkü yazının içeriği bizlere yeteri kadar bilgilendirme yapmaktadır. Özetle Cervar şunları söylemektedir:



 

• Hentbol ve diğer tüm spor dallarında, mücadele ettiğimiz tüm rakipler bizi mükemmelliğe, çeşitliliğe, yaratıcılığa ve yenilikçiliğe yönlendirmekte ve zorlamaktadırlar. Bu çerçevede hentbolun gelecekteki gelişimini düşünürken yaratıcılık konusu da göz önüne alınması gereken önemli noktalardan biridir.
• İlgi ya da merakla başlamayan bir bilgi/tecrübe olmadan yaratıcılıktan söz edilemez. Merak antrenörlerin yaşamlarının itici bir gücüdür, bilme ve öğrenme arzularının bir göstergesidir. 
• Hentbolde ilerleme sağlayabilmek, gelecekte yaratıcı ve mükemmel hentbolcular yetiştirebilmek için, günlük antrenmanlarımızda uygulamak üzere farklı sistemler ve öğretici yöntemler geliştirmeliyiz.
• Albert Einstein bir sözünde; “hep aynı şekilde iş yaparak daha iyi bir sonuç beklemek deliliktir.” der. Bir başka söz de “Alışkanlıklar öğrenmenin düşmanıdır” demektedir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz; ilerlemenin, gelişmenin yolu değişimden ve yenilik yapmaktan geçer.
• Ne yazık ki, günümüzde hentbol, çeşitli eğitim ve koçluk yöntemlerinin etkililiği üzerine en az sayıda ve geçerlilikte bilimsel çalışma yapılan bir spor dalıdır. Fiziksel gelişmenin sağlanabilmesi için, teknik ve taktik çalışma yöntemlerinin bu araştırma alanlarındaki yerini alması gerekmektedir.
• Bir oyuncunun üst düzeyde ve sağlıklı bir şekilde gelişmesi için, onun işlevsel olarak kullandığı motorik becerilerinin, algılama ya da kavrama yeteneğinin, vücut yapısının, yapacağı işe yönelik gösterdiği çabanın vb. özelliklerin en nitelikli şekilde geliştirilmesi gerekir.
• Hentbola özgü motorik bilgilerin ve beceri transferinin; daha sonra öğrenilecek karmaşık bilgilerin ve iletişim problemlerinin çözülebilmesinde katkı sağlayacak şekilde ve şimdiden ne?, nasıl?, niçin? gibi soruların yanıtlarını buldurarak, düzenli ve öğretici bir yöntemle aktarılması gereklidir.

• Geleceğin hentbolu, en az antrenör kadar sporcunun da düşünmesini, antrenman yapmasını, yoğun çalışmasını ve yaratıcı olmasını gerektirmektedir.
• Durum ne olursa olsun oyuncular çok hızlı düşünmek, üretmek, oluşturmak ve sonuçlandırmak zorundadırlar. Oyun içindeki sorunları çok hızlı algılamak ve çözümlemeleri gerekmektedir.
• Teknik ve taktik çalışmalar aynı anda yapılmalıdır. Yalnızca oyuncular iyice ustalaştığında taktik onları gerçek bir oyuncu yapabilir. Ancak, iyi bir teknik olmadan, hiçbir taktik fikir doğru şekilde uygulamaya konamayabilir. Yine de, tekniğin bir ömür boyu devam ettiği, taktiğin ise birkaç günlük olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
• Taktik, oyuncu sürekli kendi kendine şunları sorduğu zaman öğrenilir; “Rakibim sonra ne yapacak?” daha sonra “Rakibiminin beklemediği bir şeyi nasıl yapabilirim?”. Geleceğin hentbolcusu ileri görüşlü/öngörülü olmalı. Rakibini nasıl okuması gerektiğini bilmeli, böylece sonuçta rakibinin kararlarını geciktirebilmeli ya da engelleyebilmelidir.
• Gelecekte hentbol, hızlı oyuncu hareketleri ve oyuncu pozisyonlarındaki karmaşık değişimlerin hakim olduğu dinamik bir hal alacaktır. Oyuncular, şimdi olduğu gibi savunma ya da hücumda uzmanlaşmış oyuncular değil her ikisinde de uzmanlaşmış çok yönlü oyuncular olacaklardır. Doğal olarak bu durum, üst düzey antrenörlerin savunma ve hücumda çok hızlı bir şekilde taktiksel tepkiler vermelerini de gerektirmektedir. Bunu başarmak için, önceden tahmin yapabilme, algılama/sezme, ayrıntıları yakalama ve karar verme gibi özellikle bilişsel alandaki birçok detayda mükemmel olmaları gerekmektedir. Taktik tepki hızı, bilişsel ve zihinsel yeteneklere %70, motorik becerilere ise %30 bağlıdır. Buradan bilişsel ve zihinsel yeteneklerin önemini anlayabiliriz.

• Bir çok oyuncunun, kendi ilerlemesini/gelişmesini durdurduğunun bilinmesi çok önemlidir, çünkü pek çoğu bazı konularda doğaçlama yöntemlere odaklanmakta ve teknik-taktik gelişimden vazgeçmektedirler.
• Oyuna daha fazla yenilik katacak kişiler olarak, takımlarda genç oyuncuların da bulunması sağlanmalıdır. 2015 yılında Köln’de yapılan Final Four maçlarında, oyuncuların %60’ı 30-35, %20’si 35-40, %20’si de 30 yaşına kadar olan sporculardı. Bu durum, antrenörlerin nasıl “eski oyuncuların esiri olduklarının” ve “gençleri oynatma cesaretlerinin olmadığının” bir göstergesi olarak görülebilir.
• Her durumda 21. yüzyıl, bilgi, yaratıcılık, yenilik, rekabet ve muhakeme yeteneğinin bir bütünü olarak gösterilecektir. Yalnızca yeni ve yaratıcı düşünceler ile uygulamalar hentbolun ilerlemesini sağlar ve katkıda bulunabilir.
• En az 10 yıl ve üzeri haftada 20 saatten aşağı çalışan bir sporcu üst düzey bir oyuncu olamaz. Bu da demektir ki, ekstra antrenman yapılmadan bir oyuncu haftada 20 saat antrenman gerçekleştiremez.
• Günümüzde hala bir çok antrenör parlak ve iyi bir geleceği olmayan sporculara yatırım yapabilmektedir. Bu durum önemli bir fark yaratmaktadır.

• Gerçekte, bir oyuncunun beceri seviyesi, bir hareketi mantıklı, uyumlu ve dengeli bir şekilde en iyi yollarla nasıl yaptığını gösteren teknik kalite düzeyini ifade etmektedir. Bir oyuncunun bilgi düzeyi, karşılaştığı problemleri algılama ve buna göre ortaya koyduğu taktik davranışlarla ölçülür. Taktik, bir üstünlük sağlama savaşıdır. Bu nedenle, “hentbol öncelikle bir zeka oyunudur”.
• Gelecekte savunma açısından da hiçbir sıkıntı olmayacaktır. Savunmada hakim olan anlayış, yine dikkatin topa odaklandığı ve top nerede ise savunmanın orada olduğu, aynı zamanda savunma oyuncularının bir fazla olunmasına çalışıldığı şeklindedir. Şunu unutmamak gerekir, “her kazanan takımın arkasında iyi bir savunma başarısı ve karakteri vardır”. Savunma, bir takımın birlikteliğinin, takım çalışmasının ve iyi iletişimin bir göstergesidir.Oyuncu, yaptığı savunma ile kişiliğini ve karakterini en iyi şekilde gösterir. Eğer hiç savunma olmasaydı “Biz kimiz, bunu nasıl öğrenebilirdik? Sonuç olarak, iyi bir takım ve iyi bir savunma olmadan iyi bir maçtan bahsetmek mümkün değildir.
• Gelecekteki sistemli çalışmalarda yapılacak zihinsel antrenmanlar, sporcuların zihinsel gelişimleri açısından da çok önemlidir. Beynin operasyonel kısmı kaslarımızın işlevlerini yönetir, buna karşılık, nispeten daha az önem verilen ancak aslında en önemli role sahip olan ve çevresel şartları algılayan beynin zihinsel becerilerine yönelik bölümüne daha çok yoğunlaşılmalıdır.
• Nörologların söylediği gibi; “Beyin kas gibidir, bu nedenle onun da antrenman yapması gerekir.” Her zihinsel ya da konsantrasyon eğitimi bizi başarıya biraz daha yaklaştırır ve bu kazanan ve kaybeden arasındaki somut farkı ortaya koyar. Bu beceri stres ve baskı altındayken, dikkatimizi ve düşüncelerimizi istenilen yöne odaklayabilmek açısından çok önemlidir.
• Oyun içindeki durumlarla sporcunun zihinsel algılarının bir denge içerisinde olması gereklidir. Duygularımızın hiçbir zaman dikkat, konsantrasyon ve hafıza gibi zihin ve algılama becerilerimizin önüne geçmemesi önemlidir. Bu nedenle, algı, sözel anlayış, mantık yürütme, bellek hızı gibi bilişsel yeteneklerin tümü geliştirilmelidir.
• Biz geleceğin hentbol sloganını şöyle ifade ediyoruz: Oyunda, kaslara karşı akıl ve becerilerin gücü. Gelecekte hentbolde yeni standartlar geliştirilecektir, böylelikle teknik bilgi sahibi, taktik olarak hızlı cevap verebilen, yenilikçi ve yaratıcı hentbol oyuncuları hentbole yeni bir boyut getireceklerdir.
• Gelecekte sahalarda, uzun mesafe koşucusu, atlet ya da vücutçu değil, yaratıcı, bacakları kadar aklı/zekası da hızlı çalışan oyuncular görmek istiyoruz. Her rekabetçi oyunun amacı rakibi akılla yenmektir.
• Avrupadaki salon sporları içinde en ilgi çekici sporlardan biri olan hentbolun gelişmesi için önümüzde inanılmaz fırsatlar olduğunda inanıyorum.

 

Çeviren ve Hazırlayan: Dr. Zeki Pehlivan

 

KAYNAK:

 

LINO ČERVAR - Ağustos 2015

http://activities.eurohandball.com/article/23884

 

Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 10:13  No comments »

Eğer siz; “Gittiğim her maçta mutlaka benim takımım kazanmalı!,
Eğer siz; “İzlediğim her maçta mutlaka benim takımım gol atmalı!,
Eğer siz; “Oynadığımız her kupada mutlaka benim takımım şampiyon olmalı!,
Eğer siz, “Benim takımım her zaman başarılı olmalı, her zaman birinci olmalı! diyenlerdenseniz yazacağım bu güzel hikayeden bir şey anlamayabilirsiniz. Böyle olanlara tavsiyem okumayı hemen sonlandırmalarıdır.
Çünkü spor sadece bundan ibaret değil!

Eğer siz; sonuçtan, skordan çok, kazanan veya kaybedenden çok,  bir maç için yapılan hazırlıkları; bir derbi için duyulan heyecanı; bir gol için verilen dakikalar, saatler, günleri; bir kupa için yapılan analizler, taktikler, toplantıları; bir şampiyonluk için verilen o inanılmaz mücadeleyi, hırsı, inancı görmek için tribünlere gidiyorsanız; takımınızın formasını giyip yüzlerce taraftarın içinde kayboluyorsanız; yanınızda, önünüzdeki, arkanızdaki ile aynı tepkiyi veriyor, aynı güzel şeyleri alkışlıyorsanız; sesinizle, varlığınızla takımınıza, sporcunuza, kulübünüze, spora büyük güç veriyorsanız; yorulmasına rağmen daha çok koşmaya çalışan, bitmesine rağmen ayakta durmaya çalışan, yetişemeyeceğini bildiği halde yakalamaya çalışan, düştüğü, yaralandığı, sakatlandığı halde oyuna devam eden o müthiş mücadeleye ortak olmak istiyorsanız, arkasından itiyorsanız; sonucun ne olduğuna aldırmadan sporun o muazzam kalabalığında, birlikteliğinde, tribünlerin o güzel sesine eşlik edip aynı şarkıyı söylüyor, takımınızla her zaman gurur duyuyorsanız; sporcunuzun tribünlere attığı bir formayı almak için herkes gibi sizin de elleriniz uzanıyorsa; ve eğer siz, maç sonucunda spora kattığınız o güç, o mutlulukla sahadan ayrılanlardansanız, ancak o zaman bu hikayeyi anlayabilirsiniz. 


Çünkü spor sadece başarı değil, şampiyonluk değil, hep kazanmak, hiç değil!
Öyle olmuş olsaydı gittikçe azalan bu futbol seyircisi bile olmazdı tribünlerde.. Bu kadar bütçe, bu kadar olanak, bu kadar sporcusu olan futbol çok mu başarılı? Tabii ki hayır! Ama tribünlere giden insanlar tam bir takım taraftarı, tam bir kulüp sevdalısı, tam bir spor tutkunu insanlar. Öfke, kin ve nefretten uzak sadece sporun ruhuyla yaşayan gerçek spor sevdalıları hayat veriyor o yeşil çimlere.. Sporu gerçek anlamda yaşayan, sporu başka gözle gören insanlar, futbolu, sadece futbol olduğu için seven insanlar yaşatıyor bu güzel sporları.. Hentbola, basketbola, voleybola veya diğer tüm branşlara da bu sevgiyle, bu düşünceyle gitmeli insanlar. Bu sporları da canlandırmalı insanlar..  Sporun popüler olup olmamasına, sporcunun ünlü olup olmamasına, sporcunun kaç para kazanıp kazanmamasına bakmaksızın gitmeli insanlar spor salonlarına.. 
Çünkü sporda başka hikayeler de var.


Mesela dün, hentbolda öyle bir hikaye yaşandı. 
Hentbolun, EHF kokartına sahip, uluslararası düzeyde hakemlik yapan çok başarılı bir hakem ikilisi var. Kürşad Erdoğan ve İbrahim Özdeniz. Başta hentbolun en üst, en zor, en mükemmel Ligi olan VELÜX EHF Erkekler Şampiyonlar Ligi olmak üzere, Avrupa Kadınlar Şampiyonasında ve daha birçok önemli turnuvalarda düdük çaldılar, çalmaya da devam ediyorlar.. Bu Türk hentbolu ve hakemliği adına büyük başarı ve gurur verici bir olay. Bizim basınımızda adları pek geçmiyor ama EHF arşivlerinde isimleri sıkça yazılıyor. Bu, başarı odaklı olan spor yazarlarının bile dikkatini çekmiş değil henüz. 
Bu hakem çiftimiz, geçen sene de hentbolun en iyi ikinci Ligi olan EHF Kupasının dörtlü finalinde görevlendirildiler ve Finalfour’un yarı final maçını yönettiler. Ancak kendileri sadece sahada değil, saha dışındaki davranışlarıyla da örnek insanlardır. Hentbolun en güzel parçalarından biridir bu isimler. Basketbol Federasyonunun basketbol hakemleri için yaptığı gibi bir kitap hentbol da yapılsa, kitapta en çok sayfayı alacak hakem isimlerindendir Kürşad Erdoğan ve İbrahim Özdeniz.    
Ancak ben burada sporun sahadaki değilde, saha içinde başlayıp saha dışında devam eden güzel bir düşünceyi, anlamlı bir hareketi sizlere aktaracağım.
Kürşad Erdoğan ve İbrahim Özdeniz hakem ikilisinin geçen Myıs ayında yönettiği Fransız Chambery Savoie Handball ile İspanyol Fraikin BM. Granollers arasında oynanan üçüncülük dördüncülük maçını İspanyol takımı aldı ve EHF Kupasında üçüncü oldu. Bir Türk hakem ikilisinin yönettiği bu maç kendileri ve tabii ki bizim Türk hakemliği açısından çok önemli bir aşama ve başarıydı ancak bundan sonrası, bu maç benim için çok daha önemli hale geldi. 
Nasıl mı? Dün Ankara’da, Erkekler Süper Liginde Maliye Milli Piyango-Zağnosspor karşılaşması vardı ve biz her zamanki gibi THF Spor Salonuna gittik. Takımlar sahaya çıktı, ısınmalar başladı ve bir süre sonra da maçın hakemleri göründü salonda. Kürşad Erdoğan ve İbrahim Özdeniz ikilisi. Bizi yurtdışında başarı ile temsil eden hakemi görmek çok güzeldi ve çok mutlu olmuştuk ancak asıl sürpriz bundan sonra başladı ve bundan sonrası beni ilgilendiriyor.
Nasıl bir duygu yaşadığımı anlatmam için sizlere birkaç şey söylemek isterim. Yıllarca milli takımda oynadım ama bıraktığım sene bile milli takımda oynamama rağmen ayrılırken, ne bir plaket, ne bir teşekkür yazısı aldım. Yıllarca çeşitli kulüplere oynadım ama hentbolu bıraktığım kulüpten bile bir şilt veya küçük bir tabak bile almadım. İnsanın kendisini anlatması veya yazması çok zor oluyor, çok da tuhaf geliyor ama öyle sıradan bir sporcu değildim ben. İyi oyuncu, değerli oyuncu veya Gol Kraliçeliği ödüllerim var.
Gönül isterdi ki, ya da Zeynur isterdi ki kendisine en azından “Hizmetleriniz için çok teşekkür ederiz.” denilsin. Ama olmadı. O yüzden spor sadece saha içinde oynanılan oyun değildir diye tekrar tekrar söylüyorum. 
Yanlış hatırlıyor olabilirim ama Faruk Uraz’ın bir kitabında vardı galiba. “Nankör olan spor değil, insanlardır!” diye.. Maalesef bu davranış çoğu spor dalında var. Her yerde, herkese forma dağıtan yetkililer milli takımlara emek veren sporcularını da düşünmeli, forma verilen insanlardan daha çok emek, zaman, hizmet veren milli sporcularına biraz daha özen göstermeli, sporcuların kendilerini değerli hissetmeleri sağlanmalı diye düşünüyorum. Umarım bundan sonra ki sporculara bunlar yapılır ancak bugün maalesef, “Bu bana Türkiye Hentbol Federasyonunun bir hediyesidir ve benim için çok değerlidir.” diyebileceğim hiçbir şey yok evimde..
Şimdi tekrar düne gelelim! Salona giren hakem ikilisinden İbrahim Özdeniz’in elinde bir hentbol topu vardı ve geldi, o topu hakem masasının üzerine bıraktı. Herkes gibi ben de ve de çok  normal olarak o topun maç topu olduğu düşünüyordum. Ancak bir süre sonra İbrahim Özdeniz elinde tuttuğu top ile bizim olduğumuz tribünlere doğru geldi ve beni işaret etti. Yanına gittim. 
“Zeynur abla, bu geçen sene Fransa’da, EHF Kupasında yönettiğimiz maçın topu. Bunu senin için aldık. Senin maça geleceğini biliyorduk. Ankara’da olduğumuz bir maç da bunu sana vermek istedik."dedi.
Bundan sonrasını, bu duyduklarımdan sonra ne hissettiğimi yazmaya gerek var mı? Bu duyguların, bu düşüncelerin tarifi olur mu? İnsan bazen gerçekten aptallaşıyor. Birincisi, böyle şeylere alışkın değilim. Aptallaşmam çok normal.. İkincisi de, topun EHF finali topu olması, çok önemli bir maçın topu olması, Fransa’dan gelmesi, bu topun o maçın hakemleri tarafından bana ulaşması.. Şaşırmam çok normal.. İnanılır gibi değil! Öylesine güzel bir mutluluk, öylesine güzel bir aptallık, öylesine güzel bir şaşkınlık ki bu!


Şampiyon olan sporcular bir anı, bir kanıt uğruna fileleri keserken, maçın topunu alırken, takımlar  maç formalarını, kupaları müzelerine kaldırırken, şampiyonluk fotoğrafları kocaman duvarlara asılırken ve bende de, milli takımlardan kalan hiçbir şey yokken insan bu davranış, bu düşünce  karşısında ne hissedebilir, ne diyebilir, ne söylenebilir ki! 
Kendilerine saklamaları gereken bu güzel hatırayı bana verdiler. Ne denilebilir ki!
Bence bu yazı burada kalsın, burada bitsin! Bu o kadar anlamlı, bu o kadar sporcu duyarlılığı ile yapılan bir davranış ki, sanırım söylenecek her söz bunun güzelliğine gölge düşürecektir. Bu topu ömrün boyunca saklayacağım bilinsin yeter. Bu herşeyi anlatır sanırım. 
Binlerce, yüzlerce kez teşekkürler. İyi ki varsınız Kürşad Erdoğan, İbrahim Özdeniz
#KürşadErdoğan #İbrahimÖzdeniz.
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 08:35  No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search