Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

30 Haziran 2014 Pazartesi








Genç Bayanlar (U20) Dünya Şampiyonası Hırvatistan'da devam ediyor.. Takip etmek isteyenler için yayın linki;

http://www.u20.info/live-stream/

Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 04:35 in    No comments »

20 Haziran 2014 Cuma

Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 10:34 in    No comments »

17 Haziran 2014 Salı







2008'de Eskişehir'de bu fotoğraftakilerle başlamıştı Hentbolcuların Buluşması..Her geçen yıl sayı arttı. Her geçen yıl hentbolcu dostlar, dostluklar, hentbol hatırlandı. Gelen bir kez daha gelmek, oynayan bir kez daha oynamak istedi. Hiçbir şey unutulmamıştı. Dostluklarda, hentbolda tekrar canlanmaya başlandı. 
Eskişehir, Trabzon, Bursa'da maçlar yapıldı. Hatta Dost Lisesi Veteranları, Eskişehir,Pertevniyalve Koç Üniversitesi ile dostluk maçları oynadı.

Her yıl Eskişehir Hentbol'un düzenlediği bu güzel organizasyonu, bu kez İstanbul, 30 Ağustos'ta gerçekleştirilecek.

Her zaman dediğimiz gibi...
HENTBOLUN KURULMASINA VE GELİŞMESİNE ÖNCÜLÜK ETMİŞ, HENTBOL TOPUNA DOKUNMUŞ, HENTBOLU YAZMIŞ, HENTBOLU ANLATMIŞ, GOL ATMIŞ, GOL YEMİŞ, KAZANMIŞ, KAYBETMİŞ, DÜDÜK ÇALMIŞ,
UZAK VEYA YAKIN DİYARLARDAKİ TÜM HENTBOLCULARI 30 Ağustos'ta İSTANBUL'A BEKLİYORUZ...

" Zaferde Buluşalım "
Bir şarkısın sen dedik.... Gittik geldik !
Diyerek sizlere ilk duyurumuzu bir ay önce yaptık. Bu kez sizleri 30 Ağustos 'da İstanbul'da misafir etmek istediğimizi
müjdeliyoruz .Hentbol ailesi olarak tekrar birlikte olacağımız için hepimiz çok sevinçliyiz.
BİLİRİZ Kİ
Sporcuların en büyük hazinesi mazide yaşadıklarıdır.
Bu büyük hazine sandığını açtıklarında ;
Arkadaşlıkları ;
Sevinçleri ;
Üzüntüleri ;
Coşkuları ;
Başarıları ;
birer birer ortaya çıkar eskiyi tekrar yaşarlar ve anılarını tazelerler.
Bu duyguları bu sefer birlikte hissetmek istiyoruz.
Lütfen bizi bu duygulardan yoksun bırakmayın.
30 Ağustos 2014 Cumartesi gününü ve sizlerle kucaklaşmayı
HASRETLE BEKLEYECEĞİZ

Program
12:00-13:00 Toplanma ve kokteyl - Süleyman Seba Spor Salonu / Fulya
13:00-14:00 Takım hazırlıkları
14:00-18:00 Maç organizasyonları
18:00-19:30 Tekne Turu'na geçiş
19:30-00:30 Teknede Akşam yemeği
00:30-01:00 Otellere dağılım

Konaklam Seçenekleri :
1 * Crowne Plaza / Taksim - Kişi başı 100 TL ( oda kahvaltı )
2* Laleli Otel / Laleli - Kişi başı 40 TL
3 * D.S.İ Misafirhanesi / Dragos Kartal- Kişi başı 27 TL
* Akşam yemeği ücret kişi başı 40 TL (alkollü içki hariç ) olarak düşünülmektedir.
*Konaklama yerlerine ve şehir merkezinde belirli noktalara tekne turu sonrasında taşıma hizmeti verilecektir.
* Buluşmamıza yakın tarihlerde konaklama seçeneklerine ekler olabilecektir.
* Yukarıda belirtilen program ön bilgilendirmedir.
* Kesin Program ve detay ileri tarihlerde bildirilecektir.


Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 23:58 in    No comments »

İşte gerçek büyük başarı..
Slovenya, Macarları eledi.. Bu büyük bir sürpriz.. Çek Cumhuriyeti, ilk maçta sekiz gol yediği Sırbistan'ı ikinci maçta eleyip kupa dışı bıraktı.. Bu da büyük bir sürpriz...2015 de Katar'da yapılacak olan Dünya Şampiyonasında bu iki büyük takımı göremeyeceğiz.. Ama en büyük sürprizi, hentbolda adı sanı olmayan, hiçbir başarısı, hiçbir kupası olmayan, hiçbir Dünya Şampiyonu ve Avrupa Şampiyonasına gidemeyen Bosna - Hersek, hentbolun şöhretlerle ve başarılarla dolu İzlanda'yı yendi ve Katar'a gitme hakkını elde etti...
İnanabiliyormusunuz... Bosna -Hersek, İzlanda'yı bir maçta yeniyor, bir maçta da berabere kalıyor ve Dünya Şampiyonası bileti alıyor.....
Nasıl başardıklarını çok ama, gerçekten çok merak ediyorum...
Bundan daha büyük bir başarı olabilir mi... Bence Borsa-Hersek Dünya Şampiyonu oldu bile...
Tebrikler Bosna- Hersek...
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 23:15 in    No comments »

14 Haziran 2014 Cumartesi


Özel bir yazı; çünkü büyük ve özel bir kulüp,
Özel bir kulüp; bizi hiç yalnız bırakmadı, çünkü Türkiye’deki  hentbolla  aynı yaşta,
Özel bir takım; zirveden hiç inmedi,
Özel bir seyirci; çünkü siyah – beyaz.
Hentbol Erkekler Süper Lig  Play-off  final  serisinin dördüncü maçı. Seride durum 2-1 Beşiktaş lehine. Her iki takım için önemli bir gün. Beşiktaş kazanırsa kupayı kaldıracak, Büyükşehir Belediyesi Ankaraspor takımı alırsa durum eşitlenecek ve şampiyonluk İstanbul'daki maçta belli olacaktı. Hentbolu takip edenler iyi bilirler ki bu iki takım arasındaki her müsabaka  izlenmeye değer olmuştur. Ben de bu heyecanla müsabakanın oynanacağı THF Spor Salonuna gittim. Kulaklarıma inanamadım. Salondan müthiş  bir uğultu  geliyordu. Ama durun daha içeri girmedim. Salonun kapısına yaklaştıkça bunun “Beşiktaşım sen çok yaşa,  canım feda olsun sana”,  “kara kartal oley”  ya da “siyah-beyaz en büyük Beşiktaş” - ki bu maç sonunda tescillendi- sesleri salonu dolduruyordu. Güvenlik aramasından bir an önce geçip, bir sporcunun salona adım attığı anki heyecanıyla ben de  salona koşmak istedim. O ses adeta beni  çağırıyordu.  Sadece beni değil,  tüm sporseverleri, tüm hentbol severleri salona çağırıyordu. 
Beşiktaşlı taraftarların salonu inleten bu muhteşem tezahüratlarıyla ben bu duyguları yaşarken, soyunma odasındaki sporcuların neler hissettiğini düşünemiyorum bile. Ama o soyunma odalarında geçen ve böyle seyirci kitlelerine  daha fazla  tanık olmuş birisi olarak, az çok neler yaşanabileceğini tahmin edebiliyordum. Sakin ve nazik tavırlarıyla bildiğimiz Müfit hocanın heyecanlandığına ve taktik verecek cümleleri kurmakta zorlandığına, yardımcı antrenör İlker hocanın ve kaptan İbrahim’in bu havayı daha da ateşleyen sözler söylediklerine,  tüm sporcuların bacaklarının titrediğine, sahaya çıkmak için sabırsızlandıklarına ve şampiyonluk kupasını Ankara da  kaldırmak için hep birlikte  büyük bir arzuyla söz verdiklerine  eminim.
Maç Ankaradaydı ve  haliyle  Ankara seyircisi sayıca  daha fazlaydı, ama onlar sadece maç seyretmeye gelmişlerdi.  Diğer taraftan her zaman ve her yerde takımlarının yanında olan Beşiktaşlı taraftarlar maçtan çok takımlarına destek olmaya gelmişlerdi. Karşı tribünü olduğu gibi kaplayan siyah-beyaz görüntüler, Beşiktaş sevgisi ve alışkanlığı ile bir bütünlük içerisinde hareket etmeleri,  yıllardır birlikte olan bir koro gibi aynı anda ve aynı tonda yürekten söyledikleri Beşiktaş, kara kartal, siyah-beyaz  kelimeler, bir sporcu gibi tüm maç boyunca  büyük bir  coşku ve heyecanla  takımlarını ve kendilerini ayakta tutmaları, taraftarın bir takıma sağlayacağı en büyük katkı, en büyük destek ve en büyük güçtü.
Öte yandan Beşiktaşlı hentbolcuların gol sonrası tribünlere yönelmeleri ve gol sevincini  birlikte yaşamaları, Ramazan’ın sol yumruğunu göğsüne vurduktan sonra seyirciyi işaret etmesi, maç sonrası taraftarları ile fotoğraf çektirirken yaptıkları kartal duruşları, futbol maçlarında ki gibi Celij’in tribünlere çıkarak taraftarın coşkusuna ortak olması, “bu terde sizin de emeğiniz var” diyerek tüm hentbolcuların  formalarını taraftarlarına  hediye etmeleri, seremoniye çıkarken giydikleri siyah tişörtler gerçekten görülmeye değerdi.
Büyük bir kulüp,  büyük bir hentbol takımı, büyük bir kupa ve bunların  tam da içinde olan büyük Beşiktaş taraftarı.
Hayattan  rengi alın, geri neyi kalır ki?  diye  bir reklam melodisi  var. Kimse alınmasın, kırılmasın ama Beşiktaş Hentbol takımı ligimizin en değerli,  en büyük takımlarından birisi. Bu nedenle  hem kulüp hem de takım olarak aşağıdaki  cümleyi fazlasıyla hak ediyorlar.
Hentboldan siyah beyazı alın geri ne kalır ki?
Son sözüm ise  yine  Beşiktaş  taraftarına. Bizim onları duyduğumuz gibi eminim onlarda bizi duyuyordur.
O gün hentbola renk  kattınız, ses kattınız, keyif kattınız. İyiki varsınız. İyiki geldiniz. Biz buradayız efendim. Yine bekleriz.


Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 10:36 in    No comments »
                         


                                                                                                    
                                                       26 Nisan 2014, 19:22


Bugün hentbolda tarihi bir gün sayın seyirciler!
Bugün Türk hentbolunun ve Beşiktaş’ın gurur günü…
Hentbol Avrupa Erkekler Şampiyonlar Ligi finalinde Beşiktaş ile Barcelona, İstanbul Beşiktaş İntegral Arena’da karşı karşıya geliyor…
Bir tarafta hentbolun büyük ismi, senelerin şampiyonu, Türkiye’nin gururu Beşiktaş, diğer tarafta, bir kulüpten daha fazla olan dünya devi FC Barcelona…
Müfit Arın ve İlker Şentürk’ün on yıl önce göreve gelmesiyle tüm kupalarda ve şampiyonluklarda gördüğümüz Beşiktaş, bir kupayı daha müzesine götürmek istiyor. Bu kupa, Beşiktaş’ın kazanacağı, Türk hentbolunun kazanacağı en büyük kupa olacak sayın seyirciler…
Oluşturduğu kadrosu ve kendi seyircisi önünde oynamanın avantajı ile Beşiktaş, bu maçın mutlak favorisi. Beşiktaş İntegral Arena’da biletler günler öncesinden tükendi sayın seyirciler. Bilet bulan 3.200 kişi tarihi bir ana tanıklık edecekler.
Hentbolun Türkiye’deki varlığı ile birlikte ismini hep ilklere yazdıran, her yıl hedeflerini daha da büyüten Beşiktaş, hentbolde kulüplerdeki en büyük hedefe, müzesinde olmayan tek kupaya, Şampiyonlar Ligi Kupasını almak için sahaya çıkıyor sayın seyirciler…
Kupaların en büyüğü için tüm nefesler tutuldu sayın seyirciler, şov başlıyor…
Kalede Beşiktaş’ın aldığı kupaları tutmuş olan İbrahim, sol kanatta Danimarka’lı Anders Eggert Magnussen, sol oyun kurucuda Beşiktaş’ın yaptığı en iyi transferlerden biri olan Polonya’lı Michal Jurecki, orta oyun kurucu da genç yaşta Kiel gibi bir takımda oynama şansına sahip olan karizmatik İzlanda’lı Aron Palmarsson, yıllardır sağ oyun kurucu bölgesindeki tüm ödülleri kazanmış Türkiye’nin erkek hentbolundaki en büyük ismi Ramazan Döne ve hemen onun yanında oynayan sağ kanatın Fransızların hentbol cambazı Luc Abalo ve bu oyuncularla aynı kalitede olan savunmaların baş belalısı Tolga Özbahar...
Tribünde, bütün zamanların en iyi taraftar grubu seçilen Çarşı ve bu muhteşem günde takımıyla, taraftarıyla birlikte olmak için tribündeki yerini alan Beşiktaş Başkanı Fikret Orman…
İlk hücum Beşiktaş’tan geliyor sayın seyirciler. Eggert kanattan yüklediği topu oyun kurucusu Jurecki’ye, Jurecki Palmarsson’a, Palmarsson aldığı topla Luc Abalo’ya çapraza giriyor, Abalo savunmayı bağladıktan sonra pasını Ramazan’a veriyor ve Ramazan Beşiktaş’ın ilk golunü kaydediyor sayın seyirciler... İbrahim, çıkardığı topu hızlı hücumdaki Eggert’le buluşturuyor, Eggert’i yakalamak mümkün değil sayın seyirciler, Eggert bir gol daha kaydediyor. Palmarrson’dan bir muhteşem temel atış daha, tam doksana … 2.02’lik boyuyla önündeki bloğu rahat geçen Jurecki bir gol daha atıyor. Abalo aldığı topla sol oyun kurucuya doğru kat ederken içerideki Tolga’yı görüyor, Tolga ve gooollll sayın seyirciler.
Beşiktaş Barcelona karşısında inanılmaz işler yapıyor. Beşiktaş’ı durdurmak, bu oyuncuları durdurmak mümkün değil sayın seyirciler.
İbrahim’i geçmek, Eggert’i tutmak, Abalo’ya yetişmek, Ramazan’ı durdurmak mümkün değil…
Yok, yok böyle bir maç sayın seyirciler. Herkes ayakta, İntegral Arena ayakta… Tribünlerdeki Kara Kartallar, bitmek tükenmez hücumlar ve goller karşısında tıpkı yıllar önce Şeref Stadında “Haydi Kara Kartallar, Hücum edin Kara Kartallar” diyen seyirciler gibi adeta kendinden geçtiler. Yedek bankındaki O’Meyer, Borut Mackovsek, İgropulo, tüm oyuncular ayakta… Beşiktaş Başkanı Fikret Orman da takımını ayakta alkışlıyor. Hentboldaki en büyük kupaya çok yakınlar, şu an Türkiye’de hentbolde bu kupaya sahip olacak tek takım ve tek kulüp Beşiktaş sayın seyirciler…
Hentbol için böyle tarihi bir gün, çok güzel olurdu değil mi?
Neden olmasın?
Beşiktaş, ülkemizin en iyi futbol takımlarından birisi, ama hentbol da en iyisi... Her sene hentbol branşlarını kapatan küçük- büyük tüm kulüplerin aksine, yıllardır her yönüyle hentbole kattığı değer, kazandığı başarılar, her sene büyüttüğü hedeflerle, hentboldaki diğer kulüplere örnek olan tek kulüp…
Sadece dün oynanan Türkiye Kupası finalini izlemeye gelen başkan Fikret Orman’ın tribünde olması bile bugün (26.04.2014), her zaman takip ettiğim, yüzde seksen futbol, yüzde on basketbol, yüzde on voleybol haberlerinin verildiği, ama adına spor haberleri denilen bu programlarda hiç verilmeyen hentbol haberinin verilmesine vesile oldu!
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ın futbolun dışında, basketbol, voleybol ve hentbol gibi branşları desteklemesi, maçlarda sporcuların yanında olması, bu şekilde görsel ve yazılı basında branşlara daha fazla yer verilmesi, özellikle basının unuttuğu hentbol branşı için çok önemli bir olay.
Beşiktaş her yönüyle örnek, güçlü ve hedefleri hep yüksek olan bir kulüp.
Hentbolde da şu an, yukarıda anlattığım sahneyi de düşünebilecek ve yapabilecek tek kulüp…
Futbolda üç ya da dört büyük vardır. Şampiyonluklar, bu takımlar arasında değişir. Ama hentbolde son on yılda Beşiktaş, yedi kez “Türkiye Lig Şampiyonu”, dokuz kez de “Türkiye Kupası Şampiyonu” olmuştur.
Bu çok büyük bir başarıdır...
Büyük bir ekip çalışmasının ürünüdür. Beşiktaş hentbol takımının yeri Avrupa’dır. Beşiktaş’ın hentboldaki hedefi, tıpkı futboldaki gibi, Şampiyonlar Liginde yer almak, orada kalıcı olmak olmalıdır.
Beşiktaş hentbol takımı Şampiyonlar Ligine yakışıyor.
Beşiktaş bizlere Barcelona, Hamburg, Kiel ya da Kielce gibi takımları seyrettirebilecek tek takımdır.
Başkan Fikret Orman’dan tek ricam, tıpkı dün olduğu gibi her zaman hentbole destek vermesi, basketbol ve voleyboldaki gibi, Beşiktaş’a yakışır güçlü kadrolar oluşturup Avrupa’da söz sahibi olacak bir hentbol takımı yaratmasıdır.
Büyük bir camiadan oluşan Beşiktaş için bunun çok zor olacağını düşünmüyorum. Beşiktaş adını Türk hentbolüne altın harflerle yazdırdı, sıra Avrupa’da…
Ben bunu yazarken bile bu heyecanı yaşadım.
Ve de bunun gerçekleştiğini görmek istiyorum.

Siz de görmek istemez misiniz?
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 04:45 in    No comments »
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 03:43 in    No comments »
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 03:41 in    No comments »
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 03:33 in    No comments »

8 Haziran 2014 Pazar


Yıl 1990… Evlendikten kısa bir sonra eşim Zeki’nin babasının kötü bir hastalığa yakalandığını öğrenmiştik. En zor ve kötü zamanlarımızdı. İkimizin de milli takımlarda oynadığı, Eskişehir Eti Bisküvileri erkek hentbol takımının Avrupa’da inanılmaz işler yaptığı yıllardı. Milli takım kampları, kulüp maçları, antrenmanlardan sonra direkt hastanenin yolunu tutuyorduk. Babası, hastaneye gidemediğim zaman, yorgun ve hasta olduğumu düşünüp kendi durumunu bırakıp benim için üzülen çok büyük bir insandı. Gittiğimde ise bana olan sevgisini defalarca öperek gösteren bu muhteşem insana, oğlunun neler yaptığını bir de ben anlatırdım. Altmış dakikalık maçı yüz altmış dakikada anlatırdım ve o ne gözlerini, ne de kulaklarını başka yöne çevirirdi. Göz kapaklarını kırptığını bile hatırlamam. Bakışları bendeydi ama aslında oğlunun kendisine verdiği gururun hazzını yaşıyordu…

TRT her maçı naklen veriyor, en forma olduğu dönemde olan Zeki ise Barcelona kalelerine inanılmaz goller atıyordu. Hatta bunlardan birisini kaleden kaleye atmıştı. Bir yedi metreyi de sol elle bırakmıştı. Ne cesaret!.. Dünyanın en iyi takımına ve oyuncularına karşı muhteşem işler yapıyordu. İkinci maç için İspanya gazetelerinin spor sayfalarında “Bombacı Zeki geliyor!” diye başlıklar atılmıştı. Babasının hastalığına rağmen sahaya çıktığı zaman tam bir profesyoneldi. Ama en çok da babası için oynayan Zeki gibi, tüm takımı Türkiye artık çok iyi tanıyordu. Babası ise hasta yatağında, “Golcü hentbolcu Zeki, bombacı Zeki “ diyerek bu maçı anlatan Hüseyin Başaran’ı dinliyor, izliyor ve hastalığını tamamen unutuyordu. Maç olduğu günlerde Hacettepe Hastanesi’nde yattığı odaya televizyon getirilir, büyük bir heyecanla izlenir ve birlikte aynı odayı paylaştığı diğer hastalara yattığı yataktan “Benim oğlum, benim oğlum!” diyerek çikolatalar, gofretler ısmarlar ve hastalığını tamamen unuturdu. Bütün hastane personeli de zaman zaman bu atmosfere ortak olurdu. Doktorlar da Zeki’yi iyi biliyordu. Hastasına hastalığını unutturan Zeki, onlar için adeta tedavi edici bir ilaçtı. O an orada olan tüm hastaların ilacı… En güzel, en hoş tedavi… Doktorlar orada, oğlunu seyrederken sağlıklı ve mutlu olan bir insan görüyorlardı. Maç boyunca hiç şikâyet etmeyen, hiç acı çekmeyen ve o dakikalarda her şeyi tamamen unutan bir insan… Maç hiç bitmesin istiyor; “Söyleyin şunlara daha çok oynasınlar!” ve “Bu maç niye bu kadar kısa?” gibi sözler sarf ediyorlardı. Çünkü maç bittiğinde, “Alın şu televizyonu!” ya da “Ağrılarım başladı,” derdi. Doktorlar da en az bizim kadar maç programını biliyorlardı. “Bir dahaki maç ne zaman?” diye sormazlardı. Sporun, hastasına/hastalarına ne kadar iyi geldiğini gören doktorlar ve hastane yönetimi hiçbir şeye müdahale etmez, hep birlikte maç izlenir, bir an için hastane değil de spor salonundaymış gibi alkışlar ve sesler yükselirdi.

Geçenlerde yine yaşlı bir komşumuzla karşılaştığımda, izlediği bir hentbol maçından bahsetti ve “Ne kadar heyecanlı bir maçtı. Televizyonun önünden kalkamadım,” dedi. Ben de “Güzel miydi gerçekten, hoşunuza gidiyor mu böyle maçlar?” diye sordum. O da bana, “Tabii… Ben bütün spor dallarını seyretmeye bayılıyorum. Sadece sağlığım evden çıkmaya izin vermiyor” dedi. Hatta bir futbol takımının tüm oyuncularını saydığında kulaklarıma inanamadım. O an, gerçek spor seyircisinin sadece salona gelen değil, salona gelmek isteyen, ama sağlıkları izin vermediği için evde bu heyecana ortak olan, yaşı biraz ilerlemiş insanlarımız olduğunu düşündüm. Tabii bunun yanında daha genç yaşta yine sağlık sorunları nedeniyle evden ayrılamayan, ama sporu yukarıdaki bu insanlar gibi çok seven ve takip eden nice insanlar olduğunu biliyorum. Aynı bizim yaşadığımız yukarıdaki örnekte olduğu gibi…

Ve bu noktada, televizyonlarda sadece futbol maçlarına ilişkin görüntüleri defalarca yayınlayarak spora hizmet ettiğini düşünen spor kanallarına daha çok sitem ediyorum. Bu insanların varlığını, bu insanların özel durumunu ve spor müsabakasını ancak evinden izleyebilecek olan bu spor aşığı insanları unutmadan, her türlü spor müsabakası yayınlanmalı ve insanlara sevdikleri sporcuları, takımları ve mücadeleleri seyretme, alkışlama şansı verilmelidir. Bir spor kanalı için bu, ayrı ve özel bir görev olmalıdır ve hizmet bu insanların evlerine kadar ulaşmalıdır. Etrafımızda, evlerinden çıkamayan, ayrılamayan veya bir hastalık nedeniyle uzun süre yatağa bağlı kalan  özel insanlarımızı sporun güzellikleriyle daha çok buluşturmalıyız. Tıpkı hastalıkları nedeniyle okula gidemeyen küçük çocuklarımıza eğitimi evlerine götürdüğümüz gibi… Onları daha çok mutlu etmeli, unutulmaz anlara onları da dâhil etmeliyiz. Bu insanlar evde, yatakta veya sandalyede kalmayı tercih etmiyorlar ama bizler bu insanlara tercih ettikleri spor dalını seyretme olanağı tanıyabiliriz. Ben, sporun yataktaki bir insana, -kötü bir tecrübeyle- ne kadar iyi geldiğini gördüm. Spor gibi bir ilaçla, bu şekilde de insanların iyileşmesine katkıda bulunabilir, onları farklı dünyalara taşıyabiliriz. Sadece spor salonundakilerin tanık oldukları bu heyecana, bu insanlarımızı da ortak etmeliyiz. Sporun birleştirici gücünü unutmadan…
 “Herkes için spor!” kavramını unutmadan…
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 03:17 in    No comments »


Hepimizin bildiği gibi, A Bayan Milli Takımımız, Brezilya’da yapılacak olan Dünya Şampiyonasına Avrupa’dan katılacak takımların belirleneceği eleme gurubu maçlarını Portekiz’de oynadı ve Play-Off oynamaya haz kazandı. Sonrasında ise play-off’ta Hollanda ile eşleşti ve ilk maç 4-5 Haziran 2011 tarihinde Hollanda'da, ikinci maç 11-12 Haziran 2011 tarihleri arasında Türkiye'de oynanacak.
Bu durum tüm hentbol camiasını sanırım mutlu etmiştir. Bu nedenle federasyonumuzu, milli takım antrenörlerimizi ve takımda yer alan kardeşlerimizi tebrik etmek gerekir.
Ancak, asıl önemli iş buradan sonra başlıyor ya da başlamalı diye düşünüyorum. Bundan önce, bu konuma gelip de hem erkeklerde hem de bayanlarda başaramadığımız bir takım işleri, bu sefer başarabilmek için, hep birlikte neden başaramıyorduk diye kendimize sormamız lazım. Bu konu uzun bir süreç gerektiriyor ve bir çok farklı yönü bulunmakta. Çünkü, yukarıdaki başlıkta yer alan sözde de okuduğunuz gibi,“bir çocuğu yetiştirmek ve eğitmek aslında tüm köyün işidir”. Yani bu köy içinde yer alan tüm unsurlar; federasyon, milli takım antrenörleri, kulüpler, kulüp antrenörleri, sporcuların kendileri, sporcuların kendi takım arkadaşları, sporcuların/kulüplerin rakipleri, hakemler, sporcu aileleri vb. gibi unsurlar bu köyde yaşayan herkes bu eğitimin, bu çalışmanın bir parçası.
Bu köyde yaşayanlar olarak bizler, kendi adımıza üstümüze düşenleri gerçekten olması gerektiği gibi yaptığımızda, başarı veya başarısızlık durumunda iç rahatlığıyla “biz elimizden geleni yaptık, ama olmadı” diyebilmeliyiz. Peki, neler yapılmalı?
Fedarasyonumuz, şimdiden maçın oynanacağı ilin belirlenmesi çalışmalarını başlatmalı ve bu kararı verirken; seyircinin kalitesi, sayısı, organizasyon kalitesi ve pratikliği, atmosferi, sporcuların kendilerini daha iyi hisettikleri ve daha iyi bir çalışma bir ortamının olması gibi konuları göz önünde bulundurması gereklidir. Ayrıca, önce kendilerini sonra da tüm camiayı başarma ve sonuca ulaşma konusunda inandırmaları gerekir. Yine yapılacak çalışmalar arasında, rakiple ilgili yazılı ve özellikle görsel dokümanların elde edilmesi ve bunların milli takım antrenörlerine ulaştırılarak çalışmaları buna göre yönlendirmelerinin sağlanması gerekir. Ayrıca, federasyon yetkililerinin sık sık kulüplerimizi ziyaret ederek, yönetici, antrenör ve sporcuları ile görüşmeleri, inançlarını ve desteklerini göstermeleri, onların da bu başarıya odaklanmalarını sağlamaları gerekir.
Milli takım antrenörleri, milli takıma yönelik çalışmalarını yoğunlaştırıp, şimdiden Hazirandaki maçlara odaklanmalı, mümkünse rakiple ilgili tüm bilgilere ulaşıp, analiz etmeli ve taktik, teknik ve motivasyonel hazırlıklarını yapmalıdırlar. Aslında en az iş onlara düşmelidir. Çünkü, onlara hazırda ne verilirse onu yapmaya çalışıyorlar. Esas görev bence bundan sonra değineceğim unsurlara düşmektedir.
Köyün diğer oturan sakinleri olarak kulüpler bu sahnede aslında esas oyuncular arasında yer alıyor. Sporcuların kendi kulüpleri bu işin ana dayanak noktaları. Sporcu eğer kendi kulübünde her türlü imkanı bulabiliyorsa, o oranda da milli takıma hazır geliyor. Maaş ödemelerinden, verilen çalışma imkanlarından, onlara gösterilen saygı ve sevgiden, kulübün kendileri için koyduğu hedeflerden tutun da daha bir çok konuda kulüplere ve dolayısıyla onların başkan ve diğer yöneticilerine görevler düşmektedir.
Evet, diğer bir önemli unsur da antrenörlerimiz. Kulüp antrenörleri, kendi kulüplerinde yapacakları çalışmaların nekadar kaliteli olduğu konusunda kendilerini iyi değerlendirmelidirler. Bir sporcunun ihtiyacı olan, sezon başı, sezon içi ve sonrası çalışmaları gerçekten en iyi düzeyde ve takımın kalitesini arttıracak şekilde planlayıp, organize edebiliyor mu? Kendilerine sormaları gerekir. Çünkü, milli takımlara giden sporcuları hazırlayan, temeli veren, onların iyi bir sporcu olmalarına neden olan aslında kulüp antrenörleri. Sporcularına gerçekten üst düzey bir sporcu karakteri kazandırabiliyor mu? İyi bir sporcuda bulunması gereken öz disiplini ve çalışma alışkanlığını verebiliyor mu? Sporcularına gelecekle ilgili, hem kulüp hem de kendi sporculuk kariyerleri için bir vizyon oluşturabiliyor mu? Kendini geliştirmek demek, hem kulübümü hem de sporcumu geliştirmek demek diye, sürekli gelişimi sağlayabiliyor mu? Ben de aslında bir milli takım antrenörüyüm, çünkü, benim sporcum milli takımda, onu yetiştirmek ve en iyi şekilde hazırlamak benim de görevim diyebiliyor mu? Milli takımlarda başarı ve başarısızlıklar da, kendi payının da olduğunu düşünüp, başka ne yapabilirdim diye sorguluyor mu? Milli takımlarda yapılacak çalışmalarla ilgili her zaman iletişime açık olup, karşılıklı görüş alış verişinde bulunabiliyor ve beklentilere göre çalışmalarını yönlendirebiliyor mu?, Eğer bunları yapabiliyorsa, biz o zaman başarıya doğru önemli bir adımı atmış olacağız.
Sporcularımız, kendilerinin ne tür bir konumda olduklarını asla unutmamalılar. Aslında onların çok kolay bir şekilde bulundukları yerin, binlerce gencin, insanın ne kadar gıpta ile baktıklarını ve onların yerinde bulunmak istediklerini hiç akıllarından çıkarmamalıdırlar. Orada bulunmak, onlara çok önemli sorumluluklar da yüklemektedir. Bunlar nelerdir? Öncelikle, sporcu olarak öz disipline sahip, çalışma alışkanlığı edinmiş ve her zaman daha fazlasını gerçekleştirebilecek bir anlayışa ve hazırlığa sahip olmak gerekir. Kendilerine bir hedef koyabilmelidirler ve bu hedef hem takım olarak hem de birey zoru gerçekleştirecek şekilde olmalıdır. Ne kadar yüksek bir hedef koyarsak o kadar yüksek bir başarıya ulaşabiliriz. Ayrıca, yaptıkları maçların, antrenmanların düzeyi ve kalitesini ne kadar arttırırlarsa kendilerine o kadar yararlı olacaktır. Bunu, kendi takım arkadaşlarından ve hatta rakiplerinden de talep etmelidirler. Kendi oynadıkları maçlarda ne kadar yüksek mücadele gerçekleştirirlerse o kadar çok milli takım başarısına yansıyacaktır. Sporcularımızın, kendi yaşam biçimlerinden, beslenmelerinden, bu sporu ne kadar içselleştirdiklerinden ve yaşam önceliği haline getirdiklerinden emin olmaları gereklidir. Başarının uzun süreli bir süreç olduğu ve bazı kazanımların bir hafta, bir ay ya da bir yıl gibi bir sürede elde edilemeyeceği de unutulmamalıdır.
Sporcuların arkadaşları, en az sporcularımız kadar önemlidirler. Çünkü, bu gün onlar takımda ise yarın da diğerleri aynı yerde olabilirler. Arkadaşların daha üst düzey işleri başarabilmesi için takım arkadaşlarının da aynı düzeyde çalışmasına ve mücadele etmesine ihtiyaç vardır. Kaliteli bir mücadeleyi birlikte ortaya koyabileceklerini, antrenmanda yapılanların maçlara doğrudan yansıdığını asla unutmamalıdırlar. Bu nedenle kendilerini geri planda tutmamalıdırlar.
Rakip sporcu ve kulüpler, iyi bir yarışma ortamı doğrudan milli takıma yansıyacaktır. Rakipleriniz ne kadar iyi ise siz de okadar iyi mücadele etmek zorundasınız. En az onlar kadar mücadele etmezseniz bu yarışta gerilerde kalırsınız. Bu nedenle gerçekten iyi bir başarı istiyorsanız, kendiniz kadar rakiplerinizin de iyi olmasını istemelisiniz ve bunun için çalışmalısınız. Aksi halde siz de gerilere gitmeye mahkumsunuz.
Hakemler, her zaman en geri planda kalan unsurlardan biri olarak görülmektedir. Ancak, liglerde ortaya konacak mücadelenin kalitesine katkı getirecek en önemli unsurlardan biridir hakemlik. Bu nedenle onlarında uluslararası alanda en üst düzeyde bilgilenmeleri, eğitilmeleri, tecrübelendirilmeleri ve bu sistem içinde daha profesyonel olarak yer alabilmelerinin sağlanması gerekir. Yukarıda verilen unsurlar kadar önemli oldukları unutulmamalıdır. Bu nedenle onlarla sürekli iletişim halinde olunmalı, bilgilerinden, yorumlarından karşılıklı olarak yararlanılmalıdır.
Aileler, hepimiz için çok önemli. Her şeyin sonunda onların yanına dönüyoruz. Anne, baba, eş, çocuk veya sevdiğimiz insan. Onların bize olan destekleri aslında karşılıksız. Başarılı olduğumuzda en az bizler kadar seviniyor, tersi olduğunda ise bir o kadar üzülüyorlar. Ancak bu tür önemli süreçlerde belki biraz daha anlayışlı olmaları gerekecek. Daha moralli olmamız, daha iyi beslenmemiz, daha az sorunlarla karşılaşmamız, daha çok hedefimize odaklanmamız, kendilerinden daha çok şeyler beklememiz için bizlere daha çok anlayışlı davranmaları gerekecek.
Yukarıda ifade ettiğim gibi, bir çocuğu yetiştirmek tüm köyün işi. Eğer bir başarıyı istiyorsak hepimiz bunda üstümüze düşeni yerine getirmeliyiz. Aksi halde 30 yıldır söylediğimiz sözleri birbirimize tekrarlar ve “Allahım ben nerde yanlış yaptım” diye düşünürüz.
Dr. Zeki Pehlivan

zepehlivan@yahoo.com
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 02:44 in    No comments »

7 Haziran 2014 Cumartesi



VELUX EHF CHAMPIONS LEAGUE ve Lanxess Arena…  İki gün, dört takım ve dört maçlık bir FINAL4. SG Flenburg birinci, THW Kiel ikinci, Barcelona üçüncü, Veszprem dördüncü oldu.

Bu hikaye bu kadar basit cümlelerle anlatılacak kadar basit bir hikaye değil. Bu hikaye seneler sonra Köln Lanxess Arena ‘dakilerin büyük bir mutlulukla, “Bende oradaydım, ya neydi o öyle, Flensburg nasıl şampiyon olmuştu ama ” diyerek anlatmaya başlayacağı muhteşem bir hikaye.

Her biri ayrı bir final olan tarihi maçlara, tahmin edilmeyen sonuçlara, şimdiye kadar FINAL4’un yaşamadığı anlara, görülmemiş atmosfere tanıklık etmenin ve 20000 şanslı seyirciden birisi olmanın verdiği ayrı bir hazla, tekrar tekrar anlatmak isteyeceği çok başka bir hikaye.

Lanxess Arena tabii ki, büyük hentbol maçlarına, büyük takımlara ve büyük oyunculara beş senedir alışmıştı. Ama ne Lanxess Arena, ne de hentbol seyircileri böyle dört muhteşem FINAL4’a, uzatmalara ve yedi metrelere giden bir maça tanıklık etmişlerdi.

Açıkcası ben, Şampiyonlar Ligi bileti alırken bu takımları seyredeceğimi hiç tahmin etmiyordum. Bu takımları değil, başka oyuncuları, başka takımları izlemek için ve o muhteşem atmosferi yaşamak için almıştım.

Bunlardan birincisi, FINAL4’a kesin olarak katılır diye düşündüğüm yıldızlar topluluğu PSG Handball takımıydı. Polonya milli takımına, oynadıkları hentbola ayrı bir hayranlığımdan ve tabii ki bu sene takımın başına geçen Dujshebaev’den dolayı, dörtlü finalde yer alır diye düşündüğüm Targi Kielce’ydi.

Geçen senenin VELUX Şampiyonu Domagoj Duvnjak’lı HSV Hamburg ise zaten olmalıydı diye düşünüyordum ki, bu düşünceme Vardar- Skopje son verdi.

Çeyrek final ilk maçında yedi farkla Barcelona’yı yenen ve Hamburg’un elenmesinden sonra bizlere “Yok artık, Barcelona’yı da mıFINAL4da göremeyeceğiz yoksa” diye kara kara düşündüren Rhein-Neckar Löwen’de bu takımlar arasındaydı. Ne bu takımları Cologne’de, ne de FINAL4’a kalan ve mutlaka içlerinden birisi şampiyon olur diye düşündüğümüz Veszprem, Kiel ve Barcelona’nın şampiyon olduğunu görebildik.

2013-2014 VELUX EHF Şampiyonlar Ligi şampiyonu, FINAL4 tarihinde finallerde hiç görmediğimiz, herkesin son sırada şans tanıdığı SG Flensburg –Handewitt oldu. 
THW Kiel ve FC Barcelona Şampiyonlar Ligini en çok ziyaret eden ve şampiyon olan takımlar. Bu sene Veszprem ve Flensburg ise ilk kez FİNAL4’a katılıyor. Vesprem final adayı, çünkü iki sene önce Barcelona’dan ülkesine dönen Laszlo Nagy ve bu senenin gol kralı olan Momir Ilıc gibi değerli oyunculara sahip. Flensburg ise, Barcelona’ya yarı finalde şanslı kura çektidiğini düşündüren takım. Yani FINAL4'un sonuncusu olacak diye düşündüğümüz takım. Sadece bize değil, Barcelona antrenörü Xaier Pascual’a aynı şeyi düşündüren takım. İlk devrede altı farkı yakaladıktan sonra yaptığı oyuncu değişiklikleri ve oynattığı oyunla daha maç bitmeden ertesi günkü final maçı hesaplarını yapmaya başlayan ve bu maçı tarihi bir maça dönüştürmeye başaran Xaier Pascual. Oyuncu değişikliklerinde sahada ki oyuncuların bile tepkisine sebep olan teknik adam. Ve diğer tarafta yenilgiyi asla kabullenmeyen sakin Küçük Dev Adam, Ljubomir Vranjes. Flensburg ve İsveç milli takımlarında 168 cm’lik boyu ile “Nasıl sol oyun kurucu oynar” dediğimiz, ama aldatmaları ve kuvveti ile oynadığı hentbola hayran olduğumuz Vranjes. Çok büyük starların olmadığı bir takımda kendisi gibi güçlü ve çabuk oyuncular yetiştiren, sürekli mücadele eden, her iki maçta altı farkla geride olmalarına rağmen Barcelona ve Kiel gibi dev takımlardan maçı kendi lehlerine çevirmeyi başaran, Şampiyonlar Ligi şampiyonu yapan, Flensburg’u inanılmaz bir başarıya sürükleyen ve maç sonunda oyuncuları tarafından oldukça yükseklere atılan Vranjes. EHF Yorumcusu Tom O Brannagain bile bu altı farktan dönüş için, “Flensburg’un önünde yazan SG’yi hep merak etmiştim. Şimdi ne olduğunu gayet iyi biliyorum. “Six Goals “. “Altı gol”. SG (Six Goals) Flensburg-Handewitt “ yorumunu yaptı.
SG Flensburg, Barcelona’yı yedi metrelerle yendikten sonra bile herkes Kiel’i favori olarak gösteriyordu. Bende FINAL4 öncesi Barcelona ve Kiel final oynar diyordum. Oynadıkları oyun, kadrolar ve sonuçlar bunu söylüyordu. Ama öyle bir Flensburg vardı ki sahada. Herkesi şaşkına çevirdi. Tempo, hız, istek… Hiç kimse yerinde durmuyordu. Hiç kimsenin pozisyonu yoktu. Çaprazlar, pozisyon değişmeler ve çift pivota girmeler.. Glandorf şuta girerken öyle bir hız alıyordu ki, adeta yere basmıyordu. Eggert’in kanattaki hızı ve yedi metrelerdeki sakinliği apayrıydı. Hepsi ama hepsi çok iyi çalışılmış derslerdi. Büyük bir hızla işleyen makine gibiydiler. Aynı ritimle işleyen, aynı sesi veren bir makine. Ama aynı zamanda çok teknik, aynı zamanda çok kuvvetli, aynı zamanda akıllı bir makine… Bu makinenin hızına hız katan ve ayrı yazılmayı hak eden, şampiyonlukta en büyük payı olan kaleci Andersson.

Kiel’in kadro yapısına baktığınızda fazla eksik göremezsiniz. Flensburg’a baktığınızda ise birçok eksik görürsünüz. Ama eğer kalede Andersson’un performansını sergileyen bir kaleciniz varsa sorun yok demektir. Çünkü Kiel’in en büyük handikapı, kalede Andersson, Alilovic ya da bir Arpad olmamasıydı. Kaleciler artık hentbolda sonucu belirlemede çok daha fazla etkili olmaya başladılar. Flensburg kalecisi Andersson bu turnuvada bunu açıkça göstermiş oldu. İyi bir takım yaratmak isteyen takımlara önerim, transfere kesinlikle iyi bir kaleci alarak başlasınlar.


Bu maçları ağzı açık seyreden bizler. Televizyonlardan maçları seyrederken böyle heyecanlı maçlarda insanların nasıl oturduklarına şaşırırdım. Ama şimdi çok iyi anladım. Maçlar öyle tempolu oynanıyor ki, kimse kafasını çevirip yanındakine bile bakamıyor. Eğer maç başladıktan sonra yerine geçmek istersen azarı işitmeye hazırsın demektir. Seyirci hiçbir şeyi kaçırmak istemiyor ve geç gelen seyirciye kızıyor. Gözlerime gördüm. Kalkmaları gerektiğinde hep beraber kalkıyorlar. Daha ilginç bir şey daha söyleyeyim. Bira içmenin serbest olduğu bir maçta, herkesin en az üç dört bardak bira içtiği bir yerde kötü bir olaya rastlamamış olmam. Bizim çay içtiğimiz bir yerde, tanık olduğumuz olayları düşünüyorum da, içine bir şey mi koyuyorlar acaba diye düşünmeden edemiyorum.

Bir gün önce düzenlenen Jack&Jones mağazasında hentbolcularla imza töreninde buluşmak, açılış partisine katılmak, her yerde hentbol resimlerine rastlamak, sokaklarda takımlarının formalarını giymiş insanları görmek ve sohbet etmek, maçlardan önce yarışmalara katılmak, salonda her an bir ünlü ile karşılaşmak, salonda olup o güzel anlarda takımları alkışlamak, ayakta seyretmek, dört sunucu ve maskotların rahat tavırları, müzik, eğlence, dans, gösteriler… 
Bu kadar yeter… İlker Şentürk arkadaşım bana Macaristan’dan sonra, “Bir de Köln’ü yaşa, öyle karar ver” demişti. Gerçekten hentbolda Cologne’den büyüğü yokmuş. Anlatmakla bitecek gibi de değil…


Vranjes, FINAL4 öncesi sporcularına “Biz diğer takımlara göre küçük bir takımız. O yüzden bu hafta eğlenmenize bakın” demişti. Ama olmaz ki… Barcelona’yı yeneceksin, Karabatic’in yedi metresini çıkaracaksın, finale kalacaksın, Kiel’i de yenecek ve şampiyon olacaksın ve “Sen en büyüksün!” diye seni havalara atacaklar… Böyle de eğlenilmez ki… Dalga mı geçiyorsun…  Tebrikler SG Flensburg-Handewitt. Her türlü eğlenmeyi hak etti. Hak ettiği şekilde de karşılandı.

Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 11:05 in    No comments »

4 Haziran 2014 Çarşamba







Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 11:38 in    No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search