Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

21 Aralık 2017 Perşembe


Bizler, yani hentbolcular biraraya geldiğimizde hep “Biz bir aileyiz!” deriz. Geniş bir aile… Güzel bir aile… Aynı odaları paylaşan, aynı giysileri giyen, aynı masada oturan, aynı fırçaları yiyen… 1976 yılından itibaren birlikte büyüyen, birlikte yürüyen bizler…

Yeni doğmuştu hentbol ve her yeni doğan çocuk da olduğu gibi hentbolun da her anı fotoğraflanır, her anı çekilir ve itinayla saklanıp tekrar tekrar bakılırdı. Üstelik herkesin fotoğraf makinası yokken… Üstelik herşey siyah beyazken… Anneler, babalar, dayılar, amcalar… Herkesle fotoğrafımız olurdu. Doğum günlerinde, bayramlarda, düğünlerde… Az olurdu ama mutlaka bir fotoğrafımız olurdu.

Hentbolun da ilk yıllarında çok fotoğrafı vardı. Siyah beyazla başlayıp renkli bir şekilde devam eden…  Kurslardan tutunda, her seyahat, her milli, her lig maçı, her fakülte, her okul maçı, her Cumhurbaşkanlığı, her Federasyon Kupası maçı; yıldızlama, puanlama, panaroma şeklinde yer alırdı gazeteler, dergilerde… Hentbolu takip eden çok gazeteci, gazete vardı. TRT her Spor haberinde mutlaka hentbolu da verirdi. 

Bizlerde maç oynadığımız günlerin ertesi gününü sabırsızlıkla beklerdik! Acaba gazeteler neler yazmıştı? Acaba kimin fotoğrafını koymuşlardı? Kaç yıldız vermişlerdi? Haftanın karmasına beni koymuşlar mıydı acaba?” diye neredeyse bütün gazeteleri alırdık 80’li yıllarda…

Sonra bizler doğanın gereği büyüdük ve büyümeyle birlikte bizleri büyütenleri beğenmez olduk. Bizleri dünyaya getiren anne, baba ve tüm akrabalarımızı “Bunlarda bir şey bilmiyor!” havalarında, hiç utanmadan, hiç sıkılmadan  ”Şu dinazorlar bir çekilse de meydan bize kalsa!”, diyerek;  o koskoca, bilgi dolu, üretken, saygın, hiçbir şaibeye karışmamış entellektüel insanları; yokluklar içinde büyük bir özveri ile bir branşı var eden insanları çok kabaca kenara ittik. Ne hatırladık, ne hatırlattık!

Yeni jenerasyonun hentbolu var eden  bu isimleri bildiğini bile düşünemiyorum! Çünkü biz bu insanların öncelikle kendilerinin ne yaptıklarını, neler başardıklarını hafızalarından sildik. “Biz kimiz Zeynur!” diye ağızlarından çıkan yüreklerindeki acıyı gördük.  Bizlerin onlar sayesinde var olduğumuzu unuttuk. Hayatta olanları maçlarda göreniniz var mı?

Sonra ne mi oldu? Kulaklarına gelen bu “dinazor” kelimelerle hemen görevlerinden ayrılan bu güzelim insanların yerine yeni “dinazor” demek istemiyorum -çünkü bunu ben kullanmadığıma göre tekrar tekrar yazmak da hoşuma gitmiyor-yeni yeni antrenörler yerlerini doldurmaya başladı, yeni yeni isimler görevler almaya başladı.

Ama zamanla herşey değişmeye başladı. Bizler tuhaf bir aile olmaya başladık. Birbirini dinlemeyen, birbirine saygısı olmayan, kendisini ve haddini bilemeyen veya tam aksi, herşeyin en iyisini kendisinin  bildiğini sanan, Oxford’dan mezun olmuş havalarında gezen insanlar gibi davranmaya başladık.  Bir aile olmaktan çok uzaklaştık ve bunun sonucunda da hentbol büyük bir hızla irtifa kaybetmeye başladı, büyük bir hızla düştü  ve nereye düştüğü konusunda hiç kimse çaba harcamadı, kafa yormadı. Nasıl kaybolduğunu araştırıp bulup tekrar havalanması için gerçekten gayret sarf eden olmadı. Gazeteler, gazeteciler, televizyon kanalları da olmayan bir branşı veremedi, vermek istemedi.

Hentbol; kimsenin olmadığı, unuttuğu yerde kendi kendine oynamaya başladı. Kulüpler en kısa yoldan başarılı olmanın yolunu bir hentbol branşı açmak, çoğu hentbol antrenörleriyse; yani ilkler gibi, yani bir Yaşar Sevim, bir Murat Kılıç, bir Sedat Muratlı, bir Hamit Türkmen, bir Kazım Tekin, bir Sırrı Özşen, bir Murat Ersin, bir İsmail Yolcu, bir Erol İlgin, bir Vahit Zorlu, bir Kenan Öner, bir Sinan Öner, bir Ahmet Kaynak, bir Üstün Dinçaslan gibi uzun süreli, başarılı, emek vererek, araştırarak, öğrenerek bir takım yaratmak yerine, adeta futboldaki sistem gibi her yıl bir başka takım çalıştırmak olduğunu zannettiler ve o yoldan yürümeye başladılar.

Oysa olmadı! Olmadı! Hiçbir şey eskisi gibi olmadı! Başarı gelmedi! Çünkü bir çalışmanın başarılı olması için, iyi bir takım yaratmak için planlı, programlı uzun seneler verilmesi gerektiğini ya anlamak,  ya anlatmak istemediler, ya da anlatamadılar. Hentbolu ve hentbolun durumunu olduğu gibi kabullendiler. Küçük başarıları eski Gençlik Parkındaki dev aynalarındaki gibi  görmeye başladılar.  
Ama olan hentbola oldu. Yıllar yıllar önce bir buzdağına çarpıp okyanusun dibini boylayan  Titanik’i bulmak için bile büyük uğraşlar verilirken bizler göz kapaklarımızı açsak görebileceğimiz kadar yakınımızda olan hentboldaki güzellikleri görüp, sorunları çözemiyoruz. Ben bunu anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum.

Neden? Neden? Neden? Bir Beşiktaş Mogaz’ın, bir Selkaspor’un, bir Göztepe’nin yaptıklarını neden diğer takımlar yapmak istemiyor? Neden bir basketbol, bir voleyboldaki kaliteyi yakalayamıyoruz? Neden takımlarının, kulüplerinin gazetelerde, tv kanallarında yazılmasını, yayınlamasını istemiyorlar?  Neden “Benim amacım Türk Hentboluna hizmet etmek!” diyerek takımlarında sadece yerli oyunculara yer veren bir Maliye Piyango  gibi hedefleri yok? Neden Kürşad Erdoğan ve İbrahim Özdeniz dışında uluslararası alanda başarı ile temsil eden başka hakemlerimiz yok? Kadınlarımız neden hiçbir yerde yok? 

Sorulacak öyle  çok sorular  var ki! Ama bu soruları benim sormam değil, başkalarının sorması gerekiyor. Mesleği spor yazarı, spor yöneticisi olan... Bu nedenle birçok spor yazarı istiyorum gazetelerden, spor kanallarından  hentbolu takip edecek! Hentbolda olanları takip edip yazacak, soracak, herkese duyuracak ve herkesi uyaracak spor yazarları istiyorum, arıyorum.

Tamam! Suçun çoğu bize ait ama hentbolu duyurmak sadece bizim değil, spor camiasında var olanların da görevi olmalı!

Güzel olanları da, yanlışları da yazacak, “Bu sporcuyu neden milli takıma aldın?” “Bu gençleri neden Kosova ve Yunanistan maçlarına götürecek, oynatacak cesaretiniz yok?” “Bu gençlere bu güveni vermezseniz bu oyuncular nasıl güven kazanacak?” diye soracak, diğer branşlar nasıl gazete sayfalarında yer alıyorsa hentbolunda yer almasını sağlayacak spor müdürleri arıyorum.

Futboldaki bir iki antrenörün ve 22 oyuncunun peşinden değil, tüm branşların peşinden koşacak spor kanalları arıyorum. Birçok yabancı oyuncuya sahip olmasına rağmen başarılı olamayan antrenörlere “Neden olmuyor hocam?” diye soracak, “Yabancı oyunculara gösterdiğiniz sabrı, neden yerli oyunculara göstermiyorsunuz?”, “Bugün neden kaybettiniz?”, “Yapılan projelerden neden sonuç alınamıyor?” diyecek spor muhabirleri arıyorum.

Dünya, Avrupa Şampiyonalarını, Süper Ligin en güzel gollerini ve maçlarını yayınlayacak bir kanal arıyorum. Daha iki gün önce müthiş bir Dünya Şampiyonası yaşandı ve biz bunları seyredemedik! Bir hentbolcunun çektiği ıstırabı düşünebiliyor musunuz! Kendinizi bizim yerinize koyun lütfen! Futbol Şampiyonasını, Galatasaray-Fenerbahçe derbisini izleyemediğinizi düşünsenize…  Ya da Barcelona-Real Madrid maçını... ”Allah muhafaza!” dediğinizi buradan duyabiliyorum. İşte biz de kendimizi öyle hissediyoruz.
İşte bu yüzden, “Her gün verilen evlilik programları gibi her gün futbol veriyoruz. Bu böyle olmaz! Biraz da diğer branşları vermeliyiz arkadaşlar!” diyecek cesarette bir yönetici arıyorum.

Sizler, yani spor müdürleri; sizler çok iyi bilirsiniz ki arşivler çok önemlidir. Biliyor musunuz!  Herşeyin kısıtlı olduğu zamanlarda bile hentbol gazetelerde yer almış ve fotoğraflanmış. Yani benim evimde küçük de olsa hem benim, hem eşimin bir arşivi var.  Ama teknolojinin alıp başını gittiği, tek kanallı değil de, sayısız kanalın olduğu bu dönemde- örneği kendi ailemden de verebilirim- benim 19 yaşında A Milli takımda oynayan çocuğumun bir maç sonrası yazılmış bir yazısı, bir fotoğrafı yok.

Bu ne kadar acıdır biliyor musunuz bir sporcu için! Düşünün! Yıllar geçmiş ve siz torunlarınıza hentbol oynadığınız yıllara ait bir şey göstermek istiyorsunuz ama elde avuçta bir şey yok!

Yazık! Yazık! Gerçekten çok yazık ve çok acı! Lütfen! Lütfen şu güzelim sporla birileri ilgilensin, birileri  görevlendirilsin! Lütfen şu güzelim sporu birileri duyursun, göstersin, yazsın!

Yoksa ben tüm bunları yazıp üzerine de koskocaman WANTED kelimesi yazıp birçok afişe bastırıp heryere asacağım geliyor! Lütfen bana bunu yaptırmayın!

Teşekkürlerimle… Saygılarımla…

#Hürriyet #Milliyet #Sabah #Sözcü #Fanatik #Birgün #Cumhuriyet #Trt #Ntvspor #Sportstv #Eurosport #Hentbol #ihf #ehf #yayın #yazar #spor #gazete #Socrates 
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 04:49  No comments »

30 Kasım 2017 Perşembe

Ben neden kadın hentbolculara "Salonun Amazonları" diyorum, biliyor musunuz!
Amazon demek, savaşçı kadın demektir! Bu nedenle çok yakıştırırım hentbolculara bu sıfatı...
Hentbolun bir mücadele sporu olduğunu unutmadan okuyun bu yazıyı lütfen ve bir de bunu anlatırken sizler bir Anadolu kadınını ve Anadolu da zor şartlarda, hatta köylerde yaşayan bir aileyi gözünüzün önüne getirin şimdi!

Böyle yerlerde herşeyi çekip çeviren evin kadınıdır, değil mi? 
Eşini kaldırıp kahvaltısını hazırlayıp tarlaya göndermesi, büyük hayvanların çobana teslim edilmesi, koyunların sağılması, tavukların yemlenmesi, çocukların okula hazırlanması, evin toplanması, temizlenmesi, en az beş-altı çocuğun, annenin, babanın çamaşırların yıkanması, ekmeği, yemeği yapması, tarhanayı, turşuyu, salçayı, yani kışlıkları yazdan hazırlayan kadınlar  vb. gibidir kadın hentbolcular...

Güçlüdürler! Hem de çok güçlü! Asla çıtkırıldım, mızmız, herşeyden şikayet eden, hiçbir durumu beğenmeyen yapıda değildirler! Herşeye hazırlıklıdırlar! 

Çalışkandırlar! Yorulmak nedir, durmak nedir, pes etmek nedir, bilmezler! Gol atmak içinde, savunma yapmak içinde, hücum içinde sürekli koşmak zorundadırlar. O yüzden çok çalışkan, çok kuvvetli, çok hızlıdırlar!

Ailedeki kardeş gibidirler! Birbirlerini her türlü durumda desteklerler! Dayanışma nedir, yardımlaşma nedir, iyi bilirler! Kardeş dediğin birbiriyle didişmeden, tartışmadan, kavga etmeden durur mu! 

Kardeşler arasında geçen herşey hentbolda da vardır! "Neden ben boşken bana pas vermedin!" "Ben senden daha çok atttım!" "Koşsana!" "Doğru dürüst pas atsana!" "Babam seni daha çok seviyor!" gibi konuşmalar, kıskançlıklar hep olur ama bunlar hep daha iyi bir sonuç almak, hep daha iyi bir aile olmak, hep daha iyi bir hentbol  içindir!

Doğayla, bulundukları şartlarla baş eden bir aile gibi hentbolcularda rakipleri ile mücadele ederler! Bu nedenle akıllıdırlar! Bir "savaş" taktiği gibi her sorunu analiz edip grup halinde karar verirler ve uygularlar. Ailedeki gibi burada da herkesin görevi vardır. Yoksa önlerindeki sert geçecek kışı zor geçireceklerini iyi bilirler!

Nerede nasıl davranacaklarını iyi bilirler! Düğünlerde, özel günlerde giydikleri bindallılarla, yöresel kıyafetlerle kadın olmanın güzelliğini etrafa saçarlar. Maçlardaki durumda böyledir! Oynadıkları spora; giydikleri formalarla, şortlarla, saçlarla, tokalarla, çoraplarla başka bir güzel, başka bir estetik katarlar. Gollerdeki sevinçleri, kaybettiklerindeki gözyaşları, utanmaları, sıkılmaları bile bir başkadır.

Kadın her yerde kadındır, her yerde güzeldir! Ama hentbolcu kadın bir Anadolu kadını gibidir. Dirençli, güçlü, becerikli, yetenekli, sabırlı, gayretlidirler. Çünkü hentbol ve yaşam bunları gerektirir. 

İki gün sonra Kadınlar Hentbol Dünya Şampiyonası başlıyor. Bu kadınları bir de bu gözle izleyin lütfen! Nasıl dayanıklı, nasıl güzel, nasıl hızlı olduklarına şaşıracağınızdan çok eminim.
İyi seyirler diliyorum.

Bu arada Anadolu'nun tüm vefakar, cefakar kadınlarına hentboldan selam olsun! 
#Anadolu #Kadın #Amazon #Hentbol #İhf #ehf #handball
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 00:45  No comments »

24 Kasım 2017 Cuma

Hintli bir ailenin iki erkek çocuğundan en küçüğüdür İshaan. Büyük ayrık dişleri, kendi başına kaldığı zaman sürekli gülen gözleri ile çok sevimli; her olayı farklı şekilde yorumlaması, her cismi farklı şekillere büründürmesi ve müthiş bir hayal gücü ile, diğer yaşıtlarından farklı bir çocuktur.  


Ancak İshaan'ın çok önemli bir problemi, öğrenme güçlüğü vardır. Bu nedenle hem okul yönetimi, hem öğretmenler tarafından sürekli azarlanan, ceza alan, notu çok düşük olan, arkadaşları tarafından sürekli dalga geçilen, hem de ailesi tarafından çok başarılı olan abisinin aksine tembel bir çocuk olarak bilinen ve bu nedenle çoğu zaman yalnız kalan bir çocuktur. 

İshaan'ın her yaptığını anlamaya çalışan annesinin büyük desteğine rağmen, baba, İshaan'ın başarısızlıklarına daha fazla dayanamaz ve bir gün İshaan'ı yatılı okula vermeye karar verir. 
Kendisini terk edilmiş hisseden İshaan burada daha da yalnız, daha da mutsuz olur. Etrafında kimsenin olmadığını düşünmektedir ki, bir mucize gerçekleşir.

Mucizenin adı: Ram Shankar'dır. 



Hiçbir derste başarı gösteremeyen İshaan'da ki özelliği, yeteneği, farklılığı fark edemeyen öğretmenlerin aksine, İshaan'da ki farkı sadece bu öğretmen fark eder. Resim Öğretmeni Ram Shankar. Bay Shankar, İshaan'ın her hareketini incelemeye, her davranışını gözlemlemeye, her yaptığını incelemeye başlar. Evet, derslerinde çok başarılı değildir  tüm öğrencilerin çok gerisindedir, harfleri farklı görür ama, aslında içinde başka, bambaşka, müthiş bir çocuk vardır o kafası hep önde gezen çocuğun... Ram Shankar birlikte oldukları zamanlarda veya derslerde İshaan'ın ne kadar özel ve yetenekli bir çocuk olduğunu keşfeder. 

Resim yapmasını çok seven, çok güzel resimler çizen bu öğrenciye özel ilgi göstermeye başlar. Ona büyük zaman verir. İshaan'ın sorumluluğunu kendisinin alacağı konusunda yönetimi ikna eder ve çalışmaya başlarlar, ancak Ram Shankar önce sorunun tam olarak ne olduğunu öğrenmek için ailesi ile konuşmak ve İshaan'a ait herşeyi öğrenmek ister. Bu nedenle ailesi ile görüşür ve birçok bilgi edinir. Ona ait herşeyi dinler, ona ait herşeyi inceler ve onu, onun yaptığı resimlerle anlamaya çalışır. 

Artık İshaan'ı daha iyi tanıyordur. Ne yapacağını, nasıl davranacağını ve nasıl öğreteceğini iyi bilir. Dersler eğlenceli bir halde, gülen güzel iki yüzle devam eder. İshaan büyük gelişme kaydeder.  Biraz ilgi ve zaman sonrasında İshaan'da ki değişiklikler olumlu yönde gelişmeye ve değişmeye başlar. Bu durum yönetim, öğretmen ve arkadaşları tarafından da fark edilir. Hatta bir gün İshaan'ın ne kadar yetenekli bir çocuk olduğunu kanıtlamak amacıyla bir resim yarışması düzenler okulda bay Shankar. 

Bütün öğretmen ve öğrencilerin katıldığı bu yarışmada İshaan birinci olur. Artık İshaan herkesin ayakta alkışladığı, diğer öğretmen ve arkadaşları tarafından sevilen, oyunlarına dahil edilen mutlu bir çocuktur. En büyük mutluluğu da tabii ki ailesi yaşar. 

Bir öğretmen bir çocuğun hayatını, geleceğini yönlendirmiş; bir çocuğun gülümsemesini sağlamış; "Hiçbir şey olmaz!" denilen bir çocuğu diğer arkadaşlarının arasına dahil etmiştir. İshaan artık ailesi, öğretmenleri ve arkadaşları tarafından sevilen, mutlu bir çocuktur. 



Hayatta da "spor"adında çok güzel bir okul vardır. Tüm çocukların koşarak gittikleri, tüm yeteneklerini sonuna kadar sergileyebildikleri, sürekli arkadaşları ile birlikte olabildikleri ve oynayabildikleri, eğlenebildikleri, gülebildikleri ve evlerine mutlu dönebildikleri çok güzel bir okul vardır.

O okulda da bazı öğrenciler çok başarılı, çok hırslı, çok rekabetçi, çok çalışkan veya çok planlı, programlıdırlar ve bu nedenle çok başarılıdırlar. Herkesin gözü, herkesin ilgisi ve alakası bu çocuklardadır ve tabii ki bu çocuklar okul müdürlerinin, öğretmenlerinin göz bebeğidirler. Çünkü bu çocuklar okul vitrinlerini süsleyecek birçok kupa, birçok madalya kazanırlar. Okulun ismini herkese duyururlar. Bu nedenle çok sevilirler. 

Bu bir okul için, bir idareci veya bir öğretmen için çok büyük "başarıdır." Oysa, matematik veya fizik değil ama, "Benim de resimde, müzikde, sporda, tarihte, edebiyatta yeteceğim var! Matematikde, fizikde, kimyada başarılı olan öğrencilere verdiğiniz önemi, hep onlara değil bize de verirseniz, biraz da bizimle ilgilenirseniz bizdeki yetenekleri de göreceksiniz!" diyen birçok çocuk var spor okulunda...

"Bundan adam olmaz!" "Bu ne biçim branş!" "Bu ne tembel çocuk!" çocuk deyip, hep çalışkan çocukları desteklemek ve bununla övünmek yerine, asıl sınıfta sessiz sedasız duran, okul bahçesinde yalnız gezen ve öğretmenlerin sürekli şikayet ettiği çocuklarla ilgilenmek ve onları keşfetmek lazım. 

O sessiz, o kendi hayal dünyasında, o kendi sevdiği şeyleri düşünen, içinde yakutlar, zümrütler, elmaslar, inciler barındıran çocukları ortaya çıkarmak ve onları da diğer çocukların arasına katmak lazım. 

Okula; basketbol veya voleyboldaki gibi sadece uzun boylu çocuklar gelmiyor! Matematiği, edebiyatı, şiiri, sporu, sanatın her dalını, doğayı, hayvanları, çocukları seven ve bu yönde ilerlemek, eğitim almak isteyen öğrenciler geliyor okula...

Ama biz öğretmenler ne yapıyoruz! "Bir sınav var ve bu sınavda bunlar çok önemli!" diye çocuklarımıza sadece matematiği ve sadece basketbol ve voleybolu öğretiyoruz. Çünkü herkesin, milli eğitimin, spor bakanlığının, okul müdürlerinin velilerin ve öğretmenlerin gözü boynunda madalya olanlarda, içinde neler yaşadığını bilemediğimiz, bir dokunuşla mükemmel işler başaracak güçte ve istekte olan çocuklarımızda değil! 

Aamir Khan'ın başrolündeki "Her Çocuk Özeldir!" filmi bana bu mesajı vermişti. Sizler ne düşünürsünüz bilemiyorum. Amam ben de her çocuk gibi farklı düşünüyor, hayal ediyorum. Hayal etmenin nesi kötüdür ki! 

Benim şimdi ki dileğim ve bu filmi yazmamdaki amaç da; birgün bizim okula da Ram Shankar gibi bir öğretmenin gelmesi ve sessiz sedasız, kendi başına hareket eden, herkesin şikayet ettiği o güzelim hentbolu görmesi, ilgilenmesi, diğer çocuklarla, başarılı sporlarla birlikte anılması ve bu sporu herkesin fark etmesini, takip etmesini ve sonunda hentbolun içindeki o müthiş yetenekleri, cevherleri ortaya çıkarmasıdır.

Unutmayın! İshaan'ı fark eden, içindeki yeteneği ortaya çıkaran ve bir çocuğa hayat veren Milli Eğitim Bakanı veya bir Okul Müdürü değil, bir öğretmen! 

Ve bu dediğimi de hiç ama hiç unutmayın! Hep futbol, hep basketbol, hep voleybol demeden; hentbolu fark edecek, hentbolun içindeki güzelliği ortaya çıkaracak, herkesin "Bu da nasıl güzel bir spormuş!" diyerek takip ettirecek bir öğretmen, bir antrenör, bir eğitici istiyorum. 

Ya da bir spor adamı, ya da bir milletvekili, ya da bir kadın, ya da bir Beden Eğitimi Öğretmeni...

Yeter ki bir kişi bu güzel sporu fark etsin ve  yeter ki "Bu spordan birşey olmaz!" demesin! Olur! Olur! Hem de öyle güzel şeyler olur ki bu sporda! 

Her Çocuk Özeldir! Her Çocuk Güzeldir! Her Spor Özeldir! Hentbol Güzeldir! 

Öğretmenlerime.....
Saygılarımla... Sevgilerimle... 

#24Kasım #ÖğretmenlerGünü #MilliEğitimBakanlığı #Öğretmen #AamirKhan #HerÇocukÖzeldir #Eğitim #Sinema #Hentbol #Antrenör

Zeynur Pehlivan
24.11.2017
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 09:04  No comments »

9 Kasım 2017 Perşembe

Tam da Eskişehir'e, Erkek Hentbol Milli Takımımızın  Belçika ile yapacağı maç için yolculuk yaparken, hem de bir Eskişehir'li olarak bunu yazmak gerçekten çok hoş bir tesadüf oldu. Çünkü şimdi yazacağım bu yazı da bir Eskişehir takımını anlatacak bir yazı olacak.


Biliyorsunuz ülkemizde Salon Hentbolunun 41 yıllık geçmişi var ve bu geçmişte de bazı öncü şehirler var. Salon Hentbolu ilk yolculuğuna Yaşar Sevim başkanlığında ve Erol İlgin, İsmail Yolcu, İsmail Hakkı Esemen, Sedat Muratlı, Murat Kılıç gibi isimlerle Ankara'da yola çıktı. Ankara ile birlikte Adana, Eskişehir, İzmir, Bursa ve Trabzon gibi şehirler de bu güzel yolculuğa katıldı.

Bu yıllarda bu yolculukta olan insanlardan birisinde benim. Küçücük bir çocukken ve hentbol nedir hiç bilmiyorken tanıştım bu güzel sporla... Daha çok birlikte olunca da aşık olmuştum bu güzel spora...



Eskişehir, hentbolun var olmasında öyle büyük görevler üstlenmişti ki ilk yıllarda...
Çok değerli hocamız Murat Kılıç, ki hentbolu Eskişehir'de ilk duyuran, sevdiren, getiren, benimseten kişidir, ile birlikte aynı Murat Kılıç hocamızın verdiği çaba, özveri, bir şeyi var etme gayretini gösteren, hentbola çok büyük emekleri olan Hüseyin Mor, Sırrı Özşen, Hamit Türkmen, Şükrü Oytan, Ahmet Hikmet Türe, Metin Tomsuk, Kenan Öner gibi çok kıymetli hocalarımız vardı Eskişehir'de... Ve bu çabalar, bu insanlar sayesinde ilk kupaların, ilk şampiyonlukların çoğu Eskişehir'e gelmiştir. 

Bir dönem Eskişehir adeta bir Organize Sanayi gibi çalışmaktaydı. Eskişehir adeta bir hentbol fabrikası gibiydi. Milli takımlara da, İstanbul'un birçok iyi takımlarına da bu antrenörler ve bu antrenörlerin yetiştirdiği sporcular giderdi.  Öylesine büyüktü Eskişehir'in hentboldaki yeri...

Evet, Eskişehir hala hentbolda öncü isimlerden birisi, hala okullarda şampiyonluklar kazanan bir şehir ama, geride bıraktığımız yıllarla birlikte yukarıda saydığım bu isimlerinde hentbolu bırakmaları veya bıraktırılmaları, çoğunun Eskişehir'den ayrılması ile artık Eskişehir, sahip olduğu Hentbol Fabrikası şehri olma özelliğinden uzaklaşmaya başladı. 



Eski günlerde Kılıçoğlu Toprakspor ve Eskişehir ETİ Bisküvilerinin yarattığı havayı, yakaladığı başarıyı diğer takımlar yakalayamadığından da, insanların vitrinde gördüklerini şeyleri hatırlamaları gibi, artık hentbol Eskişehir'de biraz arka planda kalmaya ve unutulmaya başlanmıştı. 

Bir Eskişehir'li olarak bu duruma, yani herkesin hentbolu çok iyi bildiği yıllardan, kimsenin hentbolu ağzına almadığı hatta gençlerin bile hentbolu bilmediği, ilgi göstermediği yıllara geldiğimizi görüyor ve çok üzülüyordum ki, imdadıma Selka yetişti. Hem de öyle bir yetişti ki!

Bir sene içinde Süper Lige çıkmayı başararak büyük bir işe imza attı ama ben Selka'nın yaptığı diğer muhteşem işlerden bahsetmek istiyorum. 

Hentbol kendi çocuğum olduğu için söylemiyorum ama, ki benim çocuğum da hentbolcudur; öyle güzel, öyle dinamik, öyle estetik ve içinde öyle güzel enstantaneler barındıran bir spordur ki! Bunu Hentbol Kulüpleri, özellikle Süper Lig kulüpleri nasıl görmez anlamış değilim!

Maalesef bu güzellikleri bir türlü gün ışığına çıkarmak istemeyen bir yapımız, bir tuhaf döngümüz, bir kabullenmişliğimiz var.



İnsan bir spor kulübünü, bir branşı, bir takımı niye yaratır ki! O spora, o şehre, o şehrin güzel insanlarına, gençlere, geleceğe hizmet etmektir, değil mi! Bunu da öyle kapıları herkese kapatıp, insanlara ulaşmadan, okullara, halka yakınlaşmadan, sessizce bekleyerek; o kitleye ve o amaca ulaşmak mümkün müdür!

Bunu iyi yapan bir iki kulüp var hentbolda ama onlarda, futbol kulüpleri olduğu için, taraftarları olduğu için!

Ama şimdi; "Aman! Yenildiğimizi kimseler duymasın!" zihniyeti ile hareket eden, duyurular bile yapmadan kendi kendilerine maç yapan, utanmasam "Hentbol oynadıkları için utanıyorlar olsa gerek!" diyeceğim takımların aksine, sporun bir eğlence, bir şölen olduğunu, bunun da ancak insanlarla yapılacağını çok iyi bilen ve bunun için hiçbir çabayı, masrafı düşünmeyen bir Selkaspor var. 

Yaptıkları inanılır gibi değil! Hentbola, spora, Eskişehir ve Eskişehirlileri öyle bir önemsiyorlar ki! "Aman nazar değmesin bu kulübe!" diyerek tahtaya vuruyorum.

Hentboldaki insanlarımızın hemen hemen hepsi, hentboldaki "kaliteden", yani hentboldaki kalitesizlikten şikayetçidirler ama nedense, hentboldaki kaliteyi yükseltmek için ne sahada, ne tribünde, ne de performanslarda bir değişiklikler yaparlar. 

İşte şimdi bütün bunları, elinin tersi ile bir tarafa itip, "Hentbol öyle değil, böyle sunulur!" diyen bir takım var! Hem de Eskişehir'de, benim canım memleketimde, hentbolun beşiği olan şehrimde!

Neler yaptığını yazsam "Bunu hentbol için mi yapıyorlar!" diyenler olabilir aranızda...
Evet, bunu Selka, hem de hentbol için yapıyor! Eskişehir için, spor kültürü gelişmiş bir kent ve gençlik yaratmak için yapıyor!

   Nin nnnnn nnnn
           

Selka'nın Süper Ligde henüz ilk senesi olduğunu hatırlatarak başlıyorum neler yaptığına...

1- Hentbol Takımlarının maçlarını S Sport'da yayınlanmasını sağladı. (Müthiş ötesi!)
2- Hemen bir genç, yıldız ve minik takımlar oluşturdu. (10 numara!)
3- Yaptığı etkinliklerle Eskişehir'e hentbolu duyurdu, duyuruyor.(Süper!)
4- Takımlarına Beton Adamlar ismini verdiler. (Öyle ya, bir takımın ismi olmalı!)
5- Maskotları bile var! (Harika!)
6- Maçlarında anonsçuları bile var! (Çok güzel!)
7- Bilboardlarda Beton Adamlarların haberleri bile var! (Çok hoş değil mi!)
8- Hepsinden önemlisi de; bütün kente ulaşmaya, bütün evlerin kapılarını çalmaya ve hentbolun ismini duyurmaya çalışıyorlar! (Ne denir ki!


Yaptıkları ile hentbola, insana ve bir kente değer veriyor, değer katıyor Selka!
Zaten bir Avrupa şehri olan Eskişehir'e, hentbolu da bir Avrupa'lı gibi sunuyor Selka!
Tüm bunları nerede, başka hangi takımda görebilirsiniz? Hangi takımda görebildiniz?
Hiçbir yerde, hiçbir hentbol takımında! 
Ben sadece Eskişehir'de ve Selka'da gördüm!

Hentbolun hep Selka'nın yaptığı gibi tanıtılması, sunulması gerektiğini düşünmüşümdür.  Hentbolun değişmesi ve gelişmesi için ona değer veren kulüplerin ve insanların hentbolda olması gerektiğini, hentbolun diğer takım sporlarına yetişmesi için basketbolun, voleybolun yaptığının yapılması gerektiğini düşünmüşümdür. 

Selka işte şimdi tam olarak bunu yapıyor!
Selka, sadece Eskişehir'de ki hentbolu, güzel hentbol günlerini tekrar canlandırmakla kalmıyor, hentbolun çıtasını yükseltiyor, hentbolu fazlasıyla yüceltiyor!

Sporun tüm saygınlığı ile selamlıyorum Selka'yı ve teşekkürlerimi sunuyorum!
Ne dersiniz! Avrupa'da ki takımlar, Eskişehir ETİ'den sonra, kulüplerde müthiş mücadeleler veren yeni bir Eskişehir takımı ile daha tanışırlar mı dersiniz! 

Zeynur PEHLİVAN



















































































iPad'imden gönderildi
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 09:43  No comments »

14 Ekim 2017 Cumartesi


İnsana; kendi doğduğu ve büyüdüğü yeri, ailesinin, arkadaşlarının bulunduğu, hentbol oynadığı yeri ziyaret etmesi o kadar iyi geliyor ki! 

Bildiğin, tadıyla tuzuyla sevdiğin bir denize girer gibi geliyor insana Eskişehir! Güvenle giriyorsun o güzelim denize!  ”Aman başıma  bir kaya parçası çarpacak mı!”, diye endişelenmeden atlıyorsun trenden! 
Zaten insanın başına ne gelebilir ki Avrupa şehri Eskişehir’de! 

Gelse gelse  trendeyken beni arayıp, “Şu saatte Espark’ın önünde Sinan abi ile buluşup yemek yiyoruz!” diyen şehir, mahalle, okul, takım ve ev arkadaşım olan, hayatta hiç vazgeçmeyeceğim arkadaşlarımdan birisi olan, milli takımın en iyi pivotlarından birisi olan Ayşe Sesli ‘nin dedikleri  ve yapmak istedikleri gelebilir insanın başına!

Gelse gelse Porsuk Spor Salonuna erkenden gelip sohbet ettiğimiz, hentboldaki  yolumuza aynı yıllarda çıktığımız Eskişehir’in hentboluna çok emekleri olan hocalarım Hamit Türkmen ve Metin Tomsuk, arkadaşlarım Sebahattin Çotuk, Sadullah Eriç, Ahmet Fatih Toptan, Çağlayan Koca, Mehmet Uygan, Metin Şeker, Abdullah Ulukuş, Uğur Bekyürek, Sema Yavaş, Fulya Karakoç, Nevin Yavuz, Şenay Kabadayı, Murat Kabadayı ve tabii Hentbol Güzeldir Kitaplığının Çocuk Kitaplığı Bölümüne yapmış olduğu o güzel katkı ile bizde ve hentbol kitaplığında çok ayrı yeri olan küçük seyircimiz, hentbol ve kitap sevdalısı sevgili Zeynep Alin Kabadayı ile karşılaşmak gelir insanın başına!

Eskişehir nasıl duygular hissettiriyor bana biliyor musunuz!
Hani, Lüks otellerde kalıp, en güzel giysileri giyip, en güzel Avrupa kentlerini görüp, en değişik tatları tadıp kendi baraka dahi olsa, iki göz odadan oluşan evine girdiğinde, üzerindeki giysilerden kurtulup rahat giysilerine kavuşup, mis gibi kokan tarhanaya kaşık salladığında “Evim, evim canım evim!” dersin ya! İşte ben de Eskişehir’de böyle duygular hissediyorum!

Hep söylerim! Ankara yaşamak istediğim şehir değil! Birkaç dost, tiyatro, sinema, etkinlikler ve de hentbol olmasa dayanılır gibi değil! O beni, ben onu benimsemiş değiliz! Bugün fırsatım olsa ilk fırsatta terk etmek istediğim şehirdir Ankara!
Ve, gitmek istediğim ilk şehir! Tabii ki Eskişehir'im! Annemin, kardeşlerimim, arkadaşlarımın yanında olmak! Ne büyük güven! Ne büyük huzur! 

Hem artık Eskişehir’de olmak istemem için bir başka güzel şey daha var! Selka var! Sporu ve hentbolu güzelleştirmeye çalışan bir kulüp var! Benim hentbolda görmek istediklerimi, yaşamak istediklerimi hayata geçirmeye çalışan, bir şehre hizmet veren, gençliği dinamik tutan bir kulüp var!

Nam-ı diğer Beton Adamlar var!
Çok hoş bir isim değil mi!

Hentbola ne kadar uygun! Ben, bir branşı tarif ederken branş ne ise o olmalı, diye düşünüyorum. Hani ben kadın takımları için “Salonun Amazonları” dediğimde, bazıları “Hiç zarif değil!” demiş, "melek, peri, sultan" gibi isimler olmalı demişlerdi.

Ya tamam,  ben “Salonun Amazonları” dedim diye isim Salonun Amazonları olmasın ama, melek, peri, sultan gibi isimler zaten kullanılıyor, ayrıca bu tür isimler bizim branşı tarif etmiyor, gibi geliyor. 
 
Aman güzel, hoş bir isim olsun diye, sumoculara, güreşçilere, haltercilere öyle naif, munis isimler koyabilir misiniz! Rakibinin etrafında peri gibi uçup, dokunmaya, zarar vermeye korkan bir güreşçi düşünebiliyor musunuz! Bence hayır! Bir branş ne ifade ediyorsa odur!
 
Hentbol;  bir mücadele, bir yakın temas, bir kuvvet, bir akıl oyunudur ve bir sporcu, bir maçta bu özelliklerin hepsini uygulamak, sergilemek zorundadır.  Hentbolu iyi, güzel, hoş göstereceğiz diye branşın özelliklerinden uzaklaşmak bana pek mantıklı gelmiyor. Hentbol bu özelliklerinin hepsini barındırdığı için çok güzel zaten. Bunlar kötü bir şekilde uygulanacak,  hentbol kötü bir şekilde anımsanacak diye bir şey yok!

Şöyle düşünün! Bir futbol maçı gözünüzün önüne getirin! Rakip iki futbolcu bir topa sahip olmak için kıyasıya koşuyorlar, itiyorlar, düşüyorlar, kafa kafaya çarpışıyorlar, uzanıyorlar, tekme yiyorlar, yağmur çamur içinde kalıyorlar! 

Ya siz hiç çamur içinde, ter kan içinde bir peri, melek gördünüz mü! Şimdi biz buna Futbolun Melekleri, desek hoş olur mu! Tamam belki melek diyerek cinsiyet, kadının güzel özellikleri  anlatılıyor olabilir ama orada futbol oynayan birisi var! Biz orada kadını değil, futbolcu ya da hentbolcuyu anlatmak istiyoruz. 

Neyse biz yine konumuza dönelim. Selka’nın Beton Adamlarına dönelim!  Bizler insanımızın, binamızın öyle yamuk yumuk olmasını değil aksine ikisininde temellerinin sağlam olmasını isteriz değil mi! Hele ki sporda! Hele ki gençliğe hizmet eden takım sporu olan hentbolda! Hele ki insanda! İnsan sağlam olacak ki, bina da sağlam olsun değil mi?
 
Hentbolcu dediğin de, sporcu dediğin de her yönü ile sağlam olacak kardeşim! Beton gibi sağlam!

Bizler çocuklarımızı spora; sporun kuralları içinde, rakiple, rekabetle, yaşadıkları ve gördüklerini hareketlerle öğrensin, sağlam bir karakter kazansın diye gönderiyoruz. En azından ben öyle gönderiyorum.
 
Dün de Beton Adamların yanındaydım. Harika bir atmosfer vardı. 
Ne gördüm biliyor musunuz! İlk defa, Almanya’da ki bir hentbol maçına gidip de oradaki güzellikleri alıp buraya getirmiş  ve  uygulamayı başarmış bir kulüp gördüm. Mutlaka birçok hentbol kulüp yöneticisi veya antrenör gitmiştir Almanya’da ki maçlara ama ilk defa bir kulüp gördükleri ile yetinmemiş ve bizlerin de, Eskişehirlilerin de görmesini sağlamış.

Salonu tek bir hentbol  maçına değil, tam bir spor şölenine çevirmişler! Ama durun! Spor Salonunun içinden değil, önce dışından başlamam gerekir. Salonun  giriş kapısının tam karşısında, üzerinde Beton Adamların fotoğraflarının olduğu kocaman bir afiş var. Salonun yanlarında Selka’nın bez afişleri var. Sanki bu salon Selka Hentbol takımına ait gibi bir his veriyor insana. 

Derken bir de ne göreyim! Üzerinde Hentbol figürü olan bir otobüs gelmesin mi uzaktan! “Yok artık!”, dedim. Eskişehir gibi küçük bir kenttede mi bu otobüsü kullanıyorlar! “Evet!” dedi Selkaspor’un antrenörü Osman Hoca. “Biz aynı yerde toplanıp, birlikte hareket ediyoruz maça!”

Ayyy! Çok hoşuma gitti. Üzerinde Selka yazan, hentbol figürü olan bir otobüsün Eskişehir sokaklarında yol aldığını, göründüğünü düşünsenize! Herkes öğrenmez mi o takımı, o kulübü ve o sporu! Herkes kafasını çevirmez mi o yöne! Ben bazen  burada Gençlerbirliğinin otobüsüyle karşılaşıyorum da, gözden kaybolasıya kadar izliyorum vallahi!

Tebrik ediyorum Selka yöneticlerini! Her detayı taşımışlar Eskişehir’e salonlara! İnsan bazı şeyleri hentbolda görünce aptallaşıyor biliyor musunuz! Kolay değil! 41 senedir güzel birşeyler olsun diye bekliyoruz hentbolda...

Şaka gibi ama, bilmeyenler için söyleyeyim, Selka’nın Eskişehir’de ki tüm maçlarını S Sport veriyor ve bunu, Cuma günü sanki bir futbol maçını verir gibi profesyonelce yapıyor, veriyor. Maçı Eurosport’un deneyimli  spikeri  Ozan Can Sülüm anlatıyor ve kime sorduysam “Harika anlatıyor ve hentbolu iyi biliyor!” diyorlar. 

Yani “Hentbol maçını verelim de, nasıl verirsek verelim!” demiyorlar! Bu yayın, bir spor kulübünün hentbolda bunu istemiş ve başarmış olması hentbol adına bir milattır. Bir vizyondur, bir bakış açısıdır. Bir spor dalı bu şekilde yönetilmeyi, bir spor bu şekilde ifade edilmeyi hak eder ve bekler. 

Bir kez daha tebrik ediyorum  Selka idarecilerini ve bunun için emek verenleri! 

Takımın beton renginde  bir de maskotu var biliyor musunuz! Maç öncesi ve molalarda sahaya çıkıp dans ediyor! Herkesin  ilgisini çekiyor! Çocukları eğlendiriyor, o salona gelenlerin canının sıkılmasına izin vermiyor!
 
Bir de neyi beğendim biliyor musunuz! Mesut Tuncal  eline mikrofonu alıyor ve adeta Dünya, Avrupa şampiyonasındaki anonslar gibi takımını anons ediyor, maçı yaşıyor, maçı anlatıyor! Teşekkürler Mesut!  Sesinin rengi de, tonu da tam hentbolluk! Sesin salonu öyle bir  dolduruyor ki! 

Hiç Almanya’da maç seyrettiniz mi? Seyrettiyseniz maç öncesi koltuklara bırakılan ve maç boyunca ele vurularak ses çıkartılmasını sağlayan kartonlar var ya, o kartonlarda dün tribündeydi. Kartonun bir yüzünde takım fotoğrafı ve sporcuların tek tek tanıtımı, diğer yüzünde de  maç fikstürü var biliyor musunuz!

Tüm bunları bir hentbol maçında, bir hentbol salonunda gördüğünüzü düşünebiliyor musunuz! “Hentbol Güzeldir! Biraz gayret edin lütfen!” diyorduk ya! Selka, bu şekilde hentbolu güzelleştiren ve önemseyen tek kulüp şu anda! Aman Selka’yı ve Selka’nın yaptıklarını takip edin, destekleyin ve alkışlayın lütfen!  Hentbola bu anlamda hizmet eden, yani hentbolu sadece sahadaki müsabaka olarak düşünmeyen tek takım Selka…

Bravo Selka’yı ve tüm bunları var edenlere! 
Pardon! Pardon! Az kalsın unutuyordum! Yapılan güzel birşey daha vardı! Maç sonunda bir de çekiliş yapıldı. Selka, her maç üzerinde numara olan maçın biletini basıyor, seyircilere bedava dağıtıyor ve bir hediye veriyor. Dünkü hediye de bir Hoverboard’du.

Şimdi siz olsanız ne söylerdiniz tüm bunlara! Bu maçlara gidilmez mi! Bu takım alkışlanmaz mı! Bu takım için, bu yapılanlar için bu kadar uzun yazı yazılmaz mı! 

Benim oğlum Selka’nın dün yendiği takımda oynuyor, yeniliyor ve benim yaptığıma bakar mısınız! Oturmuş rakip takım için yazı yazıyorum! Yazacağım, yazmaya da devam edeceğim. Ben sporu bu şekilde, Selka’nın yaptığı şekilde seviyorum. Sporu güzellikleri ile seviyorum. Bu duyguları bana yaşattığı için seviyorum. 

Teşekkürler Selkaspor ve Selka’nın yaratıcıları! Hentbol inanın böyle çok daha güzel!
Zeynur Pehlivan
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 11:04  1 comment »

9 Ekim 2017 Pazartesi



O kadar bıkmıştık ki, A Milli Futbol takımında olanlardan...
O kadar usanmıştık ki, A Milli Futbol takımında konuşulanlardan...
Kim kadroda yer alacakmış! Kim kaç euro prim alacakmış!
Birgün bir sporcuyu manşetlerde görüyorduk, birgün bir antrenörü!
Diğer gün liglerimizde oynayan yabancı sporcular söz konusuydu, bir başka gün futbola yabancı olanlar!

Oysa biz bunları duymak istemiyorduk ki!
Biz bunları görmek, okumak istemiyorduk ki!

Biz sahada yüreği ile oynayan, hayatını sahada vereceği mücadele için düzenleyen, kulağını sporun doğru sözlerine, gözünü sadece spordaki doğru hedeflere doğru çeviren ve tüm bunları ile diğer sporculara örnek olan futbolcular görmek  ve izlemek istiyorduk! 

Bugüne kadar çok bekledik!
Ah artık bir gün de futbolu, sahadaki sporcuları, verilen inanılmaz mücadeleyi konuşsak diye çok arzu ettik! 

Nasip bugüneymiş! 

Bugün sahada yer alan Ampute takımdakilerinin karşılaştığı sorun veya yaşadıkları hayatla, istedikleri şeylerle, hissettikleri duygularla her iki takım arasında o kadar büyük farklar var ki! 

Bugün Vodafone Park'ta yerlerini alanlar kadar heyecanla takip ettim Ampute Milli Takımızın verdiği mücadeleyi. Gol atılınca kendim atmış kadar, gol yiyince onlar yemiş kadar üzüldüm ekran karşısında. Sosyal medyadan bazı arkadaşlarımın ağladığını okudum. 

Gerçekten duygulanmamak elde değildi. Kanedyenlerine tutulan ellerinden nasıl güç alıyorlar, bunlar vasıtasıyla hem kafaya yükseliyor, hem ayakla nasıl şut çekebiliyor, tek ayakla nasıl koşuyorlar, 50 dakika hem öne hem geriye, hem savunmaya hem hücuma koşmayı nasıl başarıyorlar!

Aynı durumdaki rakip sporcu arkadaşlarına nasıl üstünlük sağlıyorlar, bunun için nasıl antrenman yapıyorlar! 

Bugün Şampiyon olan Ampute takımı bizleri tamamen sahanın içine, futbolun özüne aldılar. Mücadelelerine hayran olduk. Gollerde çocuklar gibi sevindik. Şampiyon olduğumuzda "Oleeeeey, Oleeey, Oleey, Oley!" dedik.

Uzun zaman sonra kendimi ilk defa futbolu anlamaya çalışırken, futbolcuların verdiği mücadeleyi sonuna kadar seyrederken ve alkışlarken buldum. 

Futbol güzel oyunmuş ama siz bir başkasınız Ampute milli takımı!
Sizin hepinizin ayrı bir hikayeniz olduğunu biliyoruz ama şimdi hepinizin tek bir hikayesi var. Artık sizin bir Avrupa Şampiyonu kupanız ve bir hikayeniz var.

Spor sizi ayakta tutabilir ama bugün siz tüm Türkiye'yi ayağa kaldırdınız. Bunu siz başardınız. Sahada olmasını gerekeni siz yaptınız. Yazılması gereken hikayeyi siz yazdınız. Yarın sizleri okumak, futbolu okumak büyük keyif olacak. 

Kocaman tebrikler ve teşekkürler Ampute Milli takımı. 
#Türkiye #AmputeMilliTakım
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 11:46  No comments »

7 Ekim 2017 Cumartesi


Hentbolda ilk dev takımları gördüğüm zamanları hatırlıyorum da! Ne yıllardı ama! 

1990-1991 sezonuydu. Eskişehir Eti Bisküileri Hentbol takımı bir önceki sezon Erkekler Deplasmanlı Liginde şampiyon olmuş ve Türkiye’yi Şampiyon Kulüpler Kupasında temsil ediyordu.

İlk turda İsrail, ikinci turda İzlanda derken, üçüncü turda inanılmaz ama gerçek, hentbol tarihinde bir ilk olan, Almanya gibi büyük bir hentbol ülkesinin en büyüğü olan bir takımı, Grosswallstadt’ı yeniyor ve yarı finale kalıyordu. Açıkcası bizler daha İzlanda’yı bile nasıl yendiğimize inanamazken ardından gelen bir Almanya galibiyeti hentbol camiasında büyük bir sevinç ve ümit yaratmıştı. Hentbolu güzel günler bekliyordu. 


Of of offff! O günleri hatırlıyorum da! Bir öne geçiyorsun, bir farkı yakalıyorsun! Bir turu geçecek avantajı yakalıyorsun, bir turu kaybedecek skoru! Bir üzülüyorsun, bir heyecandan yerinde oturamıyorsun! Bir yanındakine bir sahadakine sarılıyorsun! İnanılmazgerçekten inanılmaz günlerdi hentbol adına! Burada yeri gelmişken bu güzel ve hiçbir zaman unutulmayacak günleri bizlere ve hentbola yaşatan rahmetli Yaşar Sevim hocamızı rahmet ve şükranla bir kez daha anıyorum. 


Ve son, yarı final maçında Barcelona ile karşılaşmıştı Eti Bisküileri hentbol takımı. Tabii o maçlara kadar, “No pain no gain!” inancıyla mücadele eden Eti, bu maçta birkaç oyuncudan yoksun olarak Barcelona karşısına çıkmış ve her iki maç da kaybetmişti. 


Ama bizler çok mutluyduk. Yabancı oyuncu olmadan, bir zamanların en muhteşem, kendi ülkesinde yılın sporcusu seçilen Veselin Vuyovic gibi efsane oyuncularla dolu dünyanın en büyük kulüplerinden Barcelona ile mücadele ediyordu.  Halis muhlis Türk kanıyla sahada yer almıştı ETİ. 

Gelinen, gidilen, varılan, yol o kadar güzeldi ki! Yaşanan, yaşatılan duygular o kadar farklıydı ki! Ama buraya kadardı. Buraya kadardı! Çünkü gücümüz buraya kadar yetebiliyordu. İki farklı yüzyılda kurulmuş kulüplerden bahsediyoruz! Olacaktı o kadar! Bizim için Barcelona ile yarı finalde karşılaşmak Dünya Şampiyonluğu kadar önemli bir başarıydı. Sanırım biz kupayı alsak da aynı sevinci yaşayacaktık! 


Bugün bu şampiyonada Beşiktaş Mogaz temsil ediyor ülkemizi. Ama 1991 yılından bugüne o kadar çok şey değişti ki hentbolda!


Kurallar değişti. Artık hentbol “İstediğin kadar hücumda kalabileceğin bir spor dalı değil!”, diyerek hücuma gol atmaya yönelik hiçbir girişimde bulunmadığın anlaşıldığı anda top el değiştiriliyor. Artık gol attıktan sonra aheste aheste kendi kale alanındaki yerine dönemiyorsun. Attıktan sonra sevinmeye bile zaman yok artık hentbolda. Çünkü artık hızlı santra denilen bir kural var ve top başlama çizgisine gelir gelmez hiçbir oyuncuyu beklemeden oyun başlatılıyor. Artık hentbol hücumda altı kişiyle oynanmıyor, kaleci kalesinde rakip takımı beklemiyor. Kaleciler kaleyi boş bırakıp kenar çizgisine gelerek yerine başka bir oyuncunun girmesiyle 6’ya 7 hücum edilebiliyor ve kale boş bırakılarak riskler alınabiliyor.


Bunun içinde artık hentbolun; her zamankinden daha hızlı, her zamankinden daha kuvvetli, her zamankinden daha becerikli, daha yetenekli, her zamankinden daha kısa sürede doğru kararlar verebilen teknik heyet ve oyuncu grubuna sahip olması gerekiyor. Artık günümüz hentbolu bir satranç akılcılığında ama bir motor yarışı hızında ya da bir buz hokeyi gibi büyük bir hızda oynanıyor.

İşte gelmek istediğim nokta burasıydı. İşte biz maalesef bu noktada, modern hentbol dediğimiz noktada hentboldan koptuk. Her ülke bu değişime çabuk adapte olurken biz çok gerilerde kaldık ve çok uzaklaştık. Biz 1991 yılındaki hentbolda kaldık ve bir daha öyle mücadeleler göremedik. 


Haksızlık etmeyelim. Statü değişikliği ile Kulüpler Şampiyonası adı altında oynanan ama artık  FinalFour adını alan ve dörtlü final şeklinde yapılan bu organizasyonun grup maçlarına kalarak büyük mücadele veren Beşiktaş Mogaz’ın hakkını verelim. Bize çok büyük takımlar seyrettirdi… Ama Beşiktaş Mogaz bile sekiz yabancı oyuncu ile bu gruplarda mücadele ederken maalesef bu aşamada takılıp kalıyoruz. Daha da tuhafı, daha oraya gelmeden Süper Ligimizdeki hiçbir ekip henüz Beşiktaş Mogaz ile mücadele edemiyor, ya da etmek istemiyor.   


Yaklaşık 10 senedir Süper Ligin şampiyonu daha oynanmadan bellidir ve bu durum, hentbol erkeklerdeki şampiyonun kabulleniş  durumu, hiçbir takımın Beşiktaş Mogaz ile mücadele edecek bir takım yaratamamış olması hentbola, hentbolseverlere rekabeti unutturmuştur. 

Bugün Türk hentbolu ile FinalFour’da oynanan hentbol ve atmosfer arasında Ağrı Dağı kadar fark vardır. İlk sekiz takım arasına girmek bile neredeyse ulaşılmaz oldu bizim için. Ligimizdeki her takım yabancı oyuncu ağırlıklı mücadele etmesine rağmen hentbolda bir türlü 80’li yıllarda yakaladığımız ivmeyi, yakalamayı bırakın, yaklaşamıyoruz bile.. Çünkü oynanan oyun artık keyif vermiyor, kendi oyuncumuzu göremiyoruz. Kalite bir hayli düşmüş durumda. Maçlar dışında hiçbir etkinlik yapılmıyor, seyirci gelmek istemiyor ve en önemlisi alt yapıya önem verilmediği için çok az sayıda yetenekli genç oyuncular görebiliyoruz. 


Velüx EHF Şampiyonlar Ligi FinalFour’da biletler bir sene önceden satışa çıkıp binlerce insan gişe önlerinde sıra beklerken bizler Süper Ligimizdeki oynanan maçlara seyirci gelsin istiyoruz, bekliyoruz.

Ben hentbol hakkında çok şey yazarım ama sizlere tavsiyem, yukarıda bahsettiğim Velüx Şampiyonlar Liginden bir maç seyretmeniz. Ben sürekli “Hentbol Güzeldir!” derken oradaki muhteşem hentboldan bahsediyorum. Bütün isteğim orada oynanan hentbola yakın bir hentbol görmektir. Bütün isteğim oradaki hentbolu bilen binlerce insan gibi burada da binlerce insanın hentbolu bilmesi, sevmesi, izlemesidir.


Ama bizlerden önce Şampiyonlar Liginde oynanan Modern Hentbolun, Süper Ligimizde oynanan hentbolumuza şu soruyu sorması gerekiyor!

Biz aynı branş mıyız! Ya da sadece isim benzerliği mi!


Zeynur PEHLİVAN

 

 

 

 


Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 09:48  No comments »

23 Eylül 2017 Cumartesi


Sizin çocukluğunuz da sokaklarda geçtiyse siz de benim jenerasyonumdansınız demektir! Demek ki siz de, azca benzin kokusu çokça ter kokusu, azca motor sesleri çokça çocuk sesleri, azca arabaların ve binaların, çokça oyun alanlarının olduğu dönemlerde yaşadınız! 
Ne mutluluktu ama! Dershanesiz, testsiz de üniversite kazanabiliyor ve vatana millete hayırlı evlat olabiliyor, okulda dayak yiyince annemize şikayet etmiyor veya aklımızı kaybetmiyor, servis olmadan da okulumuza gidebiliyor ve kirlenerek doyasıya hayatın tadına varıyorduk!
Çocuk olarak tek görevimiz; ödevlerimizi vaktinde yapıp bir an önce kendimizi dışarı atmak, birlikte olup birlikte oynamaktı!  Hatırlıyorsunuz bu günleri değil mi? Hatta sizler belki hentbolu bile bilebiliyor olabilirsiniz! Eğer sporla yakından ilgiliyseniz bu güzel sporu mutlaka bilirsiniz! 
Hani, önceki yıllarda futbol sahalarında oynanıyordu da daha sonra, Yaşar Sevim’in 1976 yılında Almanya’dan getirip kurduğu Salon Hentbolu olarak oynanan ve çok sevilen,  80’li yıllarda voleybolu çok arkalarda bırakmış, basketbolu geçme aşamasına gelmiş bir spor dalı vardı ya! İşte o hentboldu!
Hani sokakta iki taş koyup kale dediğimiz ve gece yarılarına kadar peşinden koştuğumuz, golü, kalesi, topu ile futbola çok benzeyen,
Hani birden çantaları bir kenara atıp, “Sona kalan çürük yumurta!” diye bağırarak belli bir mesafeye kadar büyük bir hızla yaptığımız, koşmasını, atmasını, atlamasını atletizm’den alan,
Hani sokakta bulduğumuz  telleri yuvarlak yapıp ağaca bağladığımız, top sürmesi, perdelemesi, aldatması ile basketbola benzeyen,
Hani iki ağacın arasına ip bağlayıp oynadığımız, bloğu, smacı, öne-geri kayma adımları ile voleybolu andıran spor dalı…
Ya da kısaca şöyle söyleyeyim! 
Hani tüm sporlardan bir parça almış gibi duran!  
Hani sanki tüm sporların tek federasyonda toplanmış hali gibi olan bir spor dalı var ya!
İşte bu spor dalının adı hentbol!
Tüm özelliklerin, tüm gücün, tüm hızın, tüm koordinasyonun, tüm estetiğin, tüm aklın, tüm becerilerin, tüm taktik ve tekniklerin, tek bir spor dalında, tek bir salonda, tek bir takım sporunda buluşmuş halidir hentbol!
Size bir sır vereyim mi! Şimdiye kadar bir hentbol maçına gelmediyseniz veya hiçbir hentbol maçı izlemediyseniz, hemen bir hentbol maçına gidin lütfen! 
Eğer futboldan birazcık anlıyorsanız, rahmetli İlhan Cavcav’ın geldiği ilk hentbol maçında olduğu gibi sizde yedi metrelik pozisyona “Penaltı!”diye,
Eğer birazcık basketbol oynadıysanız, “Ne aldatmaydı!” diye,
Eğer elinize birazcık voleybol topu değmişse de “Ne bloktu ama!” diye bağırabilirsiniz!
Eylül ayında Süper Ligimiz başlıyor. Sizleri bir hentbol maçına davet ediyorum. Sadece takım sporlarından örnekleri görmeniz için değil!  Tüm takım veya bireysel sporların karışımı ile ortaya çıkan hentbolun ne kadar muhteşem bir spor haline geldiğini görmeniz için davet ediyorum. 
Hentbol nasıl bir oyundur, hiç merak etmiyor musunuz?  Ben ediyorum. Takımlarımızın yeni kadrolarını, kadrolarına aldıkları oyuncuların oyun anlayışlarını ve yeteneklerini, kimin şampiyon olacağını, yeni sezona kimin nasıl hazırlandığını, nasıl goller göreceğimizi çok merak ediyorum.
Ya da yukarıda açıkladığım şekliyle bir Fenerbahçe basketbol takımını, bir Vakıfbank voleybol takımını ya da bir Barcelona futbol takımından örnekleri görmek için gelmelisiniz!
Bu spor öyle spor dalı!   
Bu öyle bir spor dalı ve öyle bir oyundur ki; kale var, gol var, sihirli top var, akıl dolu oyuncular var, yakın temas var, koşu var, sıçrama var, düşme var, yuvarlanma var! 
Söyler misiniz? Hangi spor dalında tüm bunlar var!
Var da var!
Futbolda bir gol görmek için kendinizi bu kadar heba etmeyin! Bir hentbol maçına gelin lütfen! Herşeyi göreceksiniz! Hangi spor dalını seviyorsanız onu göreceksiniz!
Yeni sezonda sizleri aramızda görmek dileğiyle, tüm takımlarımıza hayırlı sezonlar, gelecek olan tüm hentbolseverlere de iyi seyirler  diliyorum. 

Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 00:09  No comments »

18 Eylül 2017 Pazartesi


Yıllar yıllar önceydi. Ankara’da büyük bir alışveriş merkezine gitmiştim. Üst katlardan birisine çıkmak için yürüyen merdivene yönelmiştim ki, bir an yürüyen merdivenin başında siz deyin dört, ben diyeyim beş yaşlarında, yürüyen merdivene hamle yapmak isteyen ama bunu bir türlü başaramayan bir kız çocuğu görmüştüm.

Ben de bu durumu fark edince annelik güdüleriyle o kız çocuğuna yardım etmek istemiş ve elinden tutup yürüyen merdivene binmesini sağlamıştım. Mutlu olmuştu. Yürüyen merdivene binmiş ve birlikte yukarı kata çıkmıştık.

Fakat, devamında ne olmuştu biliyor musunuz! Yukarı katta babası çocuğunu bekliyordu ve çıktığımızda bana hayatım boyunca unutmayacağım bir cümle sarf etmişti. “Siz ne yaptınız! Bir çocuğun kendi başına yürüyen merdivene binmeyi öğrenmesini ve kendine güvenini yok ettiniz!” Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Çok üzülmüştüm. Yardım ettiğimi düşünürken bir an donup kalmıştım. “Aman Tanrım! Ben ne yaptım!” demiştim kendi kendime! “Zeynur sen bir çocuğun kendi başına iş yapmanın, öğrenmenin vereceği mutluluğu engelledin!” Çok kızdım kendime! “İyi halt ettin Zeynur!” diyerek kulağımı çekmiştim. 

Aslında Beden Eğitimi Öğretmeniyken Okul Müdürü, “Koridorlarda koşmayın çocuklar!” dedikçe ben derslerde “Çocuk olmak özgürlüktür! Koşun çocuklar!” veya “Okula top getirmeyin!” dediğinde, “Bir çocuk okulunu sevmeli! Okulda ne yapmak istiyorsanız onu yapın çocuklar!” derdim ama o gün öyle bir davranışta bulunmuştum. 

Siz siz olun sakın, sakın koltuğa, kanepeye, sandalyeye çıkmak isteyen veya daha başka şeyler yapmak isteyen çocuklara müdahale etmeyin! Bırakın çocuklar o işi kendi kendilerine yapmaya çalışsınlar! Ve siz sadece kendisini izleyin lütfen! Ve bir de başardıktan sonraki yüzündeki ifadeye bakın lütfen! 

Şunu bilin ki biz bu yardımlarla çocukların kendilerini iyi hissetmelerine değil, kendilerini kötü hissetmelerine, bir işi yapmanın verdiği hazzı yok etmeye yardımcı oluyoruz. O işi yardımsız yapamayacağı düşüncesini yerleştiriyoruz. Kendilerine olan güvenlerini kırıyoruz.  Oysa bu durumu kedimizden biliyor olmamız gerekir, değil mi! Çocuklar da bizim gibi düşerek kalkarak, hata yaparak öğreniyorlar. 

Ben babanın bu sözlerinden nasıl birşeyler öğrendiysem, o kız çocuğu da o merdivene kendi başına binmeyi öğrenecekti ama ben bunu o gün engellemiştim ! Ama en kötüsü de o gün bir çocuğun gülümsemesini engellemiştim arkadaşlar!

          

Şimdi! Sanırım konuyu nereye getireceğimi anladınız! Bir iki gündür aklım, mafsalamın almadığı Başakşehir-Trabzonspor maçında yaşanan olaydan bahsetmek istiyorum. 

Ben her gün sporu paylaşıyorsam ve bir hentbolcu olarak “Hentbol Güzeldir!” diyorsam, benim aklımı kaybettiğimden veya kendi yaptıklarımdan, yazdıklarımdan bi haber olmamdan değil, bilakis bilerek, bu konuyu bilinçli olarak, üstüne basa basa, tekrar tekrar yazmak istediğimden kaynaklanıyor. 

Spor asla sadece bir yarışma değildir.

Spor bir öğretmen gibi, bir kitap gibi, bir tiyatro gibi, bir sinema, bir müzik gibi çok güzel bir şeydir! 
Bizlere güzellikleri, doğruları, kuralları, hayatı, söyleyerek, izleterek, dinleterek, göstererek, yaşatarak anlatır. 

Tribüne gelen bir çocuk Cenk Tosun’un engelli çocuğa yaptığı hareketi görüp insanı, sporcuyu ve futbolu sever. Sahadaki mücadeleyi gördüğünde, bir amaç için çaba sarf edilmesi gerektiğini öğrenir. Hakemin verdiği kararlarda doğru hareket etmeyi öğrenir. Kötü söz söyleyen bir taraftar ikaz edildiğinde o sözün yanlış olduğunu öğrenir. Sonuca ulaşmak için bütün gücünle savaşırken düşen rakip oyuncuya el uzatıldığında centilmenliği öğrenir. Sevdiği bir takımı desteklendiğinde, onların her an takımının yanlarında olduğunda, tuttuğu takımın veya oyuncuların her zamankinden daha güzel oynayabileceğini öğrenir. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa!” diyerek Atatürk’ü öğrenir. 

Kısacası, 90 dakika da olsa dışarıdaki insanlıktan çıkmış insanları unutup, çirkinliklerle dolu olaylardan sıyrılıp hayattaki güzellikleri görür, keyiflenir, eğlenir. 



Spor bir öğretmen, bir okuldur. Bu okulda sadece doğrulara yer vardır. Bu okuldan binlerce insan, binlerce sporsever, binlerce taraftar mezun olur. Bu nedenle bir okulda her çocuk Beden Eğitimi Dersinde veya normal ders günlerinde nasıl istediği takımın formasını giyebiliyorsa, tribünlerde de tuttuğu bir takımın formasını giyebilir, giyebilmelidir. Sevdiği, tuttuğu takımın forması ile her rakip takımın tribünlerinde forması ile oturabilmelidir. 
Bunda garip olan ne var ki! Bu olayda formasını giyip maça gelmiş olan bir çocuktan başka ne görülebilir ki! Bunu nasıl başka bir gözle görüp bir çocuktan forması çıkartılması istenilebilir ki? 

Ne olur! Ne olur, o çocukların orada doğruları öğrenmesine, görmesine, eğlenmesine engel olmayın! Ne olur çocuklarımızı doğrulardan, güzelliklerden, tribünlerden uzaklaştırmayalım! Uzaklaştıracağımız tek şey, sporu çirkinleştiren olaylar ve insanlar olmalı! Onları tribünlerden uzaklaştıralım, çocukları değil! 

Geldiğimiz, bahsettiğimiz, yazdığımız şu konuya bakar mısınız! Neymiş efendim, iki çocuk Başakşehir –Trabzonspor maçına Trabzonspor forması ile gelmiş! Başka ne ile geleceklerdi! Trabzonspor maçına geliyor çocuklar! Trabzonspor’a gönül vermiş çocuklar! Tabii ki üzerilerinde bordo mavi forma olacaktı! 
İnanılır gibi değil, yazılacak gibi hiç değil ama biz yazıyoruz! Çocuklarımız maça gelsin diye uğraşırken, çocuklara yaptığımız muameleye bakar mısınız! Çocuklarımızı maçlara götürerek birçok şey öğrenmelerini sağlamaya çalışıyoruz ama, çocuklardan önce büyüklerin eğitilmesi gerekiyor! 

O güvenlik görevlisini veya ona talimat veren görevliyi, tribüne alalım lütfen! Spor okuluna bir kaydını yapalım! Altınordu Spor Kulübüne, pardon Spor Akademisine derse gönderelim! Önce bir taraftar olmasını, taraftarın da nasıl olması gerektiğini öğretelim! 

Ya da şöyle yapalım! Cenk Tosun’dan rica edelim, çocuklardan formalarını çıkarmasını isteyen görevlinin elinden tutup sahaya çıkarsın! Belki sahadan tribünlere bakınca sporun güzelliğini görür! 


#Beşiktaş #CenkTosun #Trabzonspor #Başakşehir #Hentbol #SporBirOkuldur

Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 23:26  No comments »

10 Ağustos 2017 Perşembe


Trabzon’un ortasında, bir mahallede toprak bir saha getirin gözünüzün önüne… Sonra, bu toprağa kendi buldukları isimler ile koşarak çıkan gencecik çocuklara çevirin kafanızı Daha sonra da, sahada kendi çocuğunuz oynuyormuş gibi, oynanacak olan futbol maçı sanki kendi mahallenizde oynanıyormuş gibi geçin bir kenara ve çocuklarınızın beşe beş, tertemiz, profesyonellik nedir bilmeden oynadıkları o güzelim mahalle futboluna, o güzelim mahalle çocuklarına dikin gözünüzü!


Bir şey beklemeden, sadece o heyecanı yaşamak, o meşin yuvarlığın peşinden koşmak, topa hiç dokunmasa da o sahada bulunmak, hareketlerinden, nefeslerinden ve kirlerinden ne kadar mutlu olduklarını anlayacağınız çocuklara dikin gözünüzü! Ve en sonunda birinci olan takım oyuncularının altın bir kolye ile ödüllendirildiklerini… 

Ama, mahallede kendi aralarında kurdukları takım ile, bir futbol adamının düzenlediği bir turnuva için de, bir gün önce babalarının üç katlı evinde kampa girdiklerini de unutmayın ha


Bu toprak sahanın adı Ziya Bey Sahası… Adı saha, ama görevi: Trabzon’un yetiştirdiği en büyük değerlerden, Trabzonspor’a hizmet eden en büyük insanlardan Şenol Güneş’e göre bir okul; Sadi Tekelioğu’na göre sosyalleşmenin yanısıra yetenekli gençlerin öne çıkabildiği bir zemin; İhsan Derelioğlu’a göre kazanma duygusunun aşılandığı yer; Hamdi Aslan’a göre bir hedef etrafında birleşmenin öğrenildiği yer; Hami Mandıralı’ya göre Trabzon gençleri için bir kimlik kazanma yarışı; Abdullah Beşir’e göre gençlerin kaynaşması, birbirlerine ısındıkları yer; Giray Bulak’a göre futbolcuya dar alanda oynama ve duvardan pas alma imkanı sağlaması; Hayri Tekelioğlu’na göre tarihe tanıklık etmiş bir saha ve futbolla ilgilenenlerin buluşma noktası; Ömer Uzun’a göre Trabzonspor’un bütün oyuncularının yetiştiği yer ve duvar pasının duvardan alınması; Bizim Neslin Uşaklarına göre de bir bütünlük ve çok seçkin oyuncuların ihmal edilmeksizin Trabzonspor’a  katılmasına olanak sağlanmasıydı. 


Trabzonlu, okul ve mahalle çocuklarının o toprak sahaya çıkmalarının nedeni de 1977 yılında Trabzonspor’a çok büyük emekleri olan Sayın Özkan Sümer’in, “Trabzonspor’a nasıl kaynak oluşturabiliriz?” düşüncesi ile hayata geçirdiği ve fevkalade güzel sonuçlar veren Altın Kolye Futbol Turnuvasıdır. 


“Çocuklar Altın Kolye sayesinde kendi istekleri ile katıldıkları bu turnuvada seçilebilecek bir değer ortaya koyduklarında vasıtasız olarak Trabzonspor altyapısına katılma imkanı buldular. Bu potansiyeli, altyapıların olmadığı dönemde çok iyi bir şekilde değerlendirdiğimizi düşünüyorum." diyor bu müthiş başarının mimarı, Trabzonspor’da yapılanmanın, Trabzonspor’da her değişikliğin başındaki isim Sayın Özkan Sümer. 


   


Ancak; Trabzonspor’a hiçbir maddi yük getirmeyen, birçok yetenek ve lider çıkaran, kolyesi de zinciri de altından olan, turnuva süresinde kentte büyük heyecan yaratan, duvarların evlerin izleyicilerle dolu olduğu bu turnuva maalesef 7 yıl sürer. Özkan Sümer’in 1983 yılında altyapıdan ayrılması ile bu güzeller ötesi turnuva,  bu çocuksu, gencecik heyecan sona erer. 


Gençler artık futbol için buluşamaz, kamp yapamaz ve futbol için biraraya gelemez. Bir kültür, bir büyü sona erer. Çünkü artık Ziya Bey Sahası birkaç daire karşılığında verilmiş, yok olup gitmiştir. Artık Fortuna 83, KerkenkeleYomrasporİdmangücüHacıkasım, Gençler, Gençlerbirliği, İlkkan, UfukKorsansporOtogar, Faroz 81, YolsporOcakspor, AZ61, Kuyumcular, 100.yıl, Kalecik, Altınay, GuzgundereKavakmeydanı, Kavala, Cumhuriyet, Trabzonspor vb. gibi takımlar ve yeni isimlerle çıkacak çocuklar kaybolmuştur!


Futbolun Trabzon’daki bu muhteşem havası bozulmuştur artık! Ne o günler, ne de Ziya Bey Sahası, ne o muhteşem atmosfer geri gelir artık! Ne orada keşfedilen yetenekler, ne de Arafil Boyu’ndanGanita’danYenicuma’dan gelen gençler kalmıştır artık! Bir zamanlar isimlerini kendi koydukları mahalle takımları, heyecanla bekledikleri günler ve yeteneklerini sergileyecekleri bir turnuva kalmamıştır artık!


Bugün o turnuvanın görevini, birçok spor okulu ve çeşitli kulüplerinin altyapıları almış durumda… Ve, kitapçıktan edindiğimiz bilgilere göre hiçbir şey, 70’li yılların sonu ve 80’li yılların başında yapılan bu muhteşem organizasyonu, Trabzon’da ki bu inanılmaz futbol bütünlüğünü, futbolun genç, tertemiz çocuksu ruhunu tekrar getirmeyi, yaşatmayı başaramamış. 


Bu değerli bilgileri Trabzon’da ki çok değerli hentbol antrenörümüz, ki kendisi de Altın Kolye Turnuvasına katılan isimlerdendir, Sayın Ahmet Kaynak’ın bana gönderdiği küçük bir kitapçık ile öğreniyorum. Ancak öğrendiğim bu güzel bilgilerin yanında,  güzel birkaç şey daha öğreniyorum.

Bizim Neslin Uşakları (BNU) diye; Trabzon’da doğmuş, büyümüş, karakterini orada kazanmış, daha sonra iş ya da eğitim hayatı için İstanbul’a göçmüş ve yıllar sonra bir araya gelmiş kişilerin oluşturduğu bir grup var. İsimleri bile Ziya Bey Turnuvası kadar güzel olan, amaçlarının Trabzon’un kültür ve sosyal yaşamına katkı sağlamak olduğunu söyleyen bu grup yaptıkları birçok güzel organizasyondan sonra şimdi de, Ziya Bey Turnuvasını canlandırmak, o güzel günleri tekrar anımsatmak amacı ile harekete geçmiş durumdalar. 


“Geçmişte benim de katılma şansı bulduğum, ancak unutulmuş bir turnuvayı yeniden hatırlatmak, yaşamak ve yaşatmak istedik.” diyor Bizim Neslin Uşakları Derneği Başkanı Sayın Prof. Dr. Ergun Demirsoy. “Trabzon’un spor ve mahalle kültürüne önemli katkıları olan ‘Altın Kolye Turnuvası’nı yeniden organize etmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Geçmişte olduğu gibi yine mahallelerden toplanacak gençlerin lisanslı futbolcularla harmanlanacağı, belki de yeni yıldızların keşfedileceği bir turnuvaya birlikte imza atmak ve bu turnuvayı geleneksel hale getirmek dileğiyle…” diye ekliyor Sayın Demirsoy.


Trabzon gençlerine verdiği emek, Trabzonspor'a kazandırdığı değer, Trabzon halkına verdiği mutluluk, Türk sporuna yetiştirdiği yetenekler ve düzenlediği bu muhteşem turnuva için Sayın Özkan Sümer'e sonsuz saygılarımı,

Gençliği, mahalle kültürünü, yeteneği, birlikteliği ve güzel anıları bir spor dalı ile tekrar buluşturmak için yola çıkan Bizim Neslin Uşaklarına sonsuz sevgilerimi, 

Bana bu güzel bilgileri, futbola Özkan Sümer'in verdiği emek kadar hentbola emek veren çok değerli hentbol antrenörlerinden Sayın Ahmet Kaynak beyefendiye de teşekkürlerimi sunuyorum. 


Ve Trabzonspor Başkanı Sayın Muharrem Usta'dan, futbola ve gençlere hizmet eden, her yönü ile güzel olan bu muhteşem turnuvayı tekrar geleneksel hale getirmesini diliyorum. 

 


 

 


 






Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 03:49  No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search