-
Kaliteli Hentbol : Seyirci
Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...
-
Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..
Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....
-
Siyah Final
Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...
13 Ekim 2018 Cumartesi
16 Ağustos 2018 Perşembe
4 Ağustos 2018 Cumartesi
İnsanın kendini anlatması ne kadar zordur bilirsiniz. Ben bu konuda çok başarısızım ama konu çocuğunuz olduğunda, “Kuzguna yavrusu şahin görünür!” misali destan yazabilirsiniz. Çünkü O kaç yaşında olursa olsun sizin çocuğunuzdur, her yaptığı size özel ve güzel gelir, hiçbir zaman büyümezler, çocuk kalırlar ve bu nedenle çocuklarımız gözümüze hep şahin görünürler.
Tabii diğer taraftan bu yazıyı yazarken bir anne olarak mı yazmalıyım, yoksa bir hentbol yazarı olarak mı yazmalıyım ikileminde de kalmıyor değilim. Fakat ben ikisini birden yapacağım ve hentbol yazarı bir anne olarak, yurtdışına transfer olan en genç hentbolcunun gururlu annesi olarak, her iki duyguyu da bütünleştirerek bu yazıyı yazacağım.
Sanırım Doruk’u da benden daha iyi tanıyacak kimseyi göremiyorum!
Öyleyse başlayayım!
İlk detaylı ultrasonda bize baktığı zamanı hatırlıyorum da… Sanki buharlı bir camın arkasından bize bakıyor gibiydi. Camı silsem sanki onu daha net görecektim. Kafasının çok güzel olduğunu söylemişti doktor. 4 kg doğduğunda da dünyanın en mutlu annesiydim.
Ancak kısa bir süre sonra çok üzecekti bizi Doruk. Çünkü alerjik astım olduğunu öğrenecektik ve bu tedavi için senelerce ilaç alacak, uzun süreler birlikte hastanede yatacak, babamız gece gündüz hastane kapılarında bizleri bekleyecekti.
Üç sene hiç uyuyamayacaktık. Sabahlara kadar bekleyecek, uykusuz gecelere alışacaktık ama Doruk, doktorlardan da, “Hastayken mutlu olan, oyun oynamak isteyen, gülen bir çocuk varsa o da Doruk’tur” sözlerini işitecektik.
Geceleri bile bizi arayan inanılmaz bir doktorumuz vardı ve biz bu süreci, bu rahatsızlığı 3 yıl içerisinde, Doruk’u hayattan koparmayarak, koruyucu tavır takınmayarak, vücut direncini alacak mikroplara maruz kalacağını bilerek sokaklara çıkararak, soğuğu sıcağı, tozu pisi yedirerek atlattık.
Doruk bunu atlattığında yani 4 yaşına geldiğinde de onu, cimnastik süngerleriyle ve havuzla tanıştırmıştık. Yıllarca sporcu olamayacak, diye ağladığımız çocuk canavar gibi yüzüyor, daldan dala atlıyordu. Daha sonraki yıllarda nefesi öyle güçlenecekti ki, suyun altında oturup vakit geçirme durumuna gelecek ve biz artık müdahale edip, “Çık artık yukarı!” demek zorunda kalacaktık.
Cimnastik, yüzme, optimist, sörf derken zamanla dalgıçlık brövesine kadar ulaşacaktı Doruk. Ama bunun yanında küçük yaşlardan itibaren, anneden almış olduğu resim yeteneği ile 3 yaşından lise son sınıfa kadar resime, babadan almış olduğu müzik yeteneği ile gitara, anne ve babadan almış olduğu yetenek ve genetik ile hentbola devam edecekti.
Arkadaşlarına göre daha uzun olan Doruk için bir arkadaşımın “Gel bu çocuğu hentbolda heba etme!” demesi ile de basketbola başlayacak, ancak bir maç esnasında yaptığı henüz ilk hatası sonucunda kendisine , Atatürk Spor Salonunun o karanlık koridor ve odalarından birisine göndermek için hemen, o an, sertçe atılan oda anahtarı ile bu macerada sona erecekti.
Türkiye’nin en önemli ve en köklü okullarından biri olan TED Ankara Koleji’nin giriş sınavlarını öğretmenlerinin denildiğine göre çok kitap okuması ile kazanmıştı. Doruk’un okulu iyi bir okul olunca ne biz ne de kendisi bir dershaneye göndermeyi isteyecek ne de testlerle geçen bir öğrenim hayatı olacaktı. Bu şekilde istediği bölüm olan İç Mimarlık Bölümünü kazanacaktı Doruk Pehlivan.
Bizler ne dershane, ne de test çözmesi için ısrarcı oldukDoruk’ta… Israrcı olduğumuz şeyler, sevdiği şeyleri yapmasıydı. Bir insanın hayatında müzik, sanat ve spor olmalıydı. Bunlarda çok ısrarlıydık. Sınav zamanlarında bile bunlardan ödün vermeyecektik. Öyle ki, üniversite sınavına bile birgün önce Almanya’da ki hentbol kampından gelerek girecekti.
Avusturya’ya nasıl transfer olduğuna gelince…
Annesinin ve babasının hentbol antrenmanlarında yetişen bir çocuk ne olacaksa onu oldu Doruk. İlkokul ikinci sınıfta tanıştığı hentbolu hiç bırakmadı ama bir dönem kulüpdebasketbol, okulda hentbol oynamaya devam edecekti. Basketboldan da kazanacağı çok şey olacaktı Doruk’un…
Ortaokul ikinci sınıftan itibaren her yaz bir yurtdışı veya hentbol kampına gitti. Buradaki amacımız ona, hentbolun Türkiye’de ki gibi olmadığını, oynanmadığını göstermek, öğretmekti. Bu kamplar kendisine çok yararlı oldu.
Doruk hem çok şanslı, hem de çok şansız bir çocuk! Yazık! Bazen çok üzülüyorum kendisine… Düşünsenize! Sürekli kendisine çok çalışmasını ve “Bu hareketi böyle yap! “Öyle pas mı olur!” “Öyle aldatma mı yapılır!” diyen aynı pozisyonda oynamış iki hentbolcu var evde! Yavrum neler diyordu bize içinden kimbilir!
Ama dediğimiz her şey gerçekleştiğinde ve bizim haklı olduğumuzu gördüğünde söylediği “Siz haklıymışsınız !” cümlesi bizim için yeterliydi. Çünkü biz önceliği para kazanmak yerine, hentbolcu ya da sporcu olmaya vermiştik. Doruk şimdi sonucunu almaya, hentbolu öğrenmeye, oynamaktan büyük keyif almaya başladı.
Ama bunlar nasıl oldu! Antrenmanı olmadığı zamanlarda Doruk’u bir başka takımın antrenmanına göndererek, tatilde bile sabah kaldırıp koşturarak, denizde bile atış kolu ve bacakları kuvvetlendirici hareketler yaptırarak, bireysel antrenörle birlikte çalışıp hızlanarak, kuvvetlenerek… Oyun anlamında da, oyununu daha çabuk geliştireceği anlamında da, Doruk’u kendi elimizle gençlere önem veren ve yabancı oyuncu olmayan tek kulüp olan Maliye Piyango kulübüne teslim ettik.
Böylece Doruk hem genç hem de A takımda yer alıyor ve daha çok süre alarak hentbolu öğreniyordu. Neler yapabildiğini keşfettiğinde daha çok çalışıyor, daha çok çalıştıkça daha çok şey keşfediyordu. Sonuçta hentbolcu olacağını keşfetti ve çok mutlu olmaya başladı. Mutlu oldukça daha çok çalıştı ve bize “az şey” söyletmeyi başladı. Çalışmayı çok sevdi, takımında daha çok süre aldı, milli takımlarda da gol atmaya başlayınca değişik yollar önüne çıkmaya başladı.
Bunlardan birisi de bu senenin Avusturya şampiyonu FiversWat Margareten kulübü oldu. Doruk Türkiye’de birçok takımın listesindeydi, ancak Doruk’un bir hayali vardı. Hentbolun en iyi oynadığı Lig olan Almanya Liginde oynamaktı ve bunun için yine doğru karar vermek zorundaydık.
Beşiktaş Mogaz ve Göztepe gibi büyük kulüpler peşindeydi ama biz kariyer planlamasını doğru yapmalıydık. Kulüpler büyüktü ama Süper Ligimiz göz önünde olan ve takip edilen bir Lig değildi. Ama Avusturya öyle miydi! Her sene bir veya birkaç oyuncu Bundesliga’ya transfer oluyordu.
Tabii bir de bunun farklı artıları da olacaktı. 2+2 yıllık sözleşmesi vardı. Okuluna orada devam edecekti. TED Ankara Koleji’nde aldığı İngilizce eğitimi ile birlikte ikinci dili olan Almancası daha da iyi olacaktı ve bunun için Almanca kursuna gidecekti. Orada da Fivers’ın U20 ve A takımında oynayacaktı. Kendine ait bir evi olacaktı. Profesyonel bir hentbol takımında oynayacaktı. Ama en önemli artısı hentbol kültürü olan bir kulüpte oynaması olacaktı. Buradaki gibi değil daha çok göz onu izleyecek daha çok el onu alkışlayacaktı. Maç sonraları sponsorların karşısına çıkıp röportaj verecek, onlarla birlikte yemek yiyecek, masaj saatleri bile belli olacak, her yerinde sponsorisimleri olan formalarla sahaya çıkacaktı. Ayrıca hemen yakınındaki hentbol ülkelerinin takımları ile özel maçlar oynayacaktı. “Sen bizim lejyonerimiz olacaksın!” cümlesini duymak gururunu okşayacak, hele tüm konuşmalar sonrasında, “Çalışmak ve disiplin burada çok önemlidir ama burada bir şey daha önemlidir. Dinlenmesini ve eğlenmesini de iyi bileceksin!” sözü ise çok hoşuna gidecektir.
Doruk’un küçükken yaptığı bir alışkanlığı vardı. Otururken veya arabada seyahat ederken birden şu sözü söyler ve ya odasına ya da arabanın arkasına uzanırdı. “Ben hayal kurmak istiyorum!”
Başarıya ulaşanların hep hayal edenlerin ve hayallerinin peşinden koşanların olduğunu biliyoruz. William Russell’ın da dediği gibi… “Büyük işler, büyük hayaller kurma özelliği olan insanlarca başarılmıştır.”
Doruk “Hayal kurmak istiyorum!” derken hayallerinde hentbol var mıydı, milli hentbolcu olmak var mıydı, hentbolu Avusturya’da oynamak ve devamında Bundesliga’ya yolculuk etme var mıydı bilemiyorum ama bugün Doruk bir hayale doğru yol almış durumda…
Doruk bugün “Hayal kurmak istiyorum!”deyip odasına çekilmiyor, aksine bugünkü Doruk hayalini açık açık, yüksek sesle dile getiriyor ve en büyük hayalinin Avusturya’dan Almanya’daki bir kulübe transfer olmak ve Şampiyonlar Liginde bir final oynamak olduğunu söylüyor.
Umarım bu hayali gerçekleşir ve Türk hentbolu da, Türk hentbolcuları da bu hayale ortak olurlar.
Bir anne olarak çok gururlu, bir hentbolcu ve hentbol yazarı olarak çok mutluyum.
Hentbolda daha çok oyuncunun yurtdışında oynaması temennisiyle…
Hayal yolun ve şansın açık olsun anneciğim, pardon Doruk Pehlivan.
Annen Zeynur Pehlivan
15 Mayıs 2018 Salı
Ne zaman futbol maçlarında tribünlerde veya sahada yaşanan çirkin olayları görsem hemen Köln’de izlediğim maçlar gelir aklıma… “Ya bir taşkınlık yapan olursa!”diye bir endişe taşımadan, “Ya tribünlerde olay çıkarsa” diye bir korku duymadan izlediğim hentbol maçları gelir aklıma…
Biliyorsunuz Erkekler Hentbol Şampiyonlar Ligi Finalfour müsabakaları her sene, aynı yerde, Almanya’nın Köln şehrindeki Lanxess Arena’da oynanır. Eğer bir hentbolsever olarak sizde orada, 20 bin kişinin arasında olmak ve o muazzam hentbol şölenine tanık olmak istiyorsanız, yapacağınız ilk şey, bir yıl önceden satışa sunulan biletler için bilet kuyruğuna girmek olacaktır.
Hep duyardık, “Almanya hentbolun adresidir!”, diye ama insan yaşamadan, görmeden anlamıyor. Hep duyardık, “Hentbol, Almanya’da en sevilen ikinci spordur!”, hatta “Bazı kuzey bölgelerinde birinci spordur!”, diye…
Gidip gördük. Köln’de, otellerde, sokaklarda Mayıs’ın son haftasında buluşan dört farklı renkteki takım taraftarları Köln’ü inanılmaz bir spor kentine dönüştürür.Köln’ün her köşesinden, kafeteryalardan veya restorantlardan üzerilerindeki formaları ile şarkı söyleyen taraftarların sesleri yükselir. Ne bir taşkınlık, ne bir tartışmaya rastlamanız mümkün değildir.
Müsabakaların bir gün öncesinde, sponsorlarından mağazasında Velüx Ehf Şampiyonlar Liginin kupası sergilenir. Taraftarlar kupa ile fotoğraf çektirip ellerine alırken kupanın hemen yanındaki sporculardan da imza alırlar.
Akşamında da tüm takım taraftarlarının ve hentbolseverlerin katılımı ile bir konser düzenlenir Lanxess Arena’nın hemen önünde… Danslar, şarkılarla ertesi günkü büyük heyecana hazırlanır taraftarlar…
Ertesi gün ise gişelerden girdiğiniz andan itibaren hangisine katılacağına karar veremeyeceğiniz, salonun tüm ön alanını kaplamış olan yarışma standları çıkar karşısınıza… Hedefe top atma oyununa mı, yedi metre yarışmasına mı, yoksa puzzle oyununa mı katılacağınıza karar veremezsiniz! Çünkü gözünüz etrafınızdaki hentbol efsanelerindedir. Özellikle de Alman efsanelerin…
Ya da hiçbir şey yapmadan bir kenara oturup içecek veya yiyeceğinizi elinize alıp sadece etrafınızdaki güzel görüntülerin keyfini çıkarabilirsiniz. Sporun o sıcak, samimi ve dostluk kokan atmosferine kaptırabilirsiniz kendinizi…
Hele bir de maç saati yaklaşıp içeri girdiğinizde, sanki bir spor karşılaşmasına değil de, bir şova geldiğinizi düşünürsünüz! Çünkü önce kareografiler, danslar, müzikler ve sanatçılar çıkar sahneye… Sanki küçük bir Olimpiyat Oyunları açılışı törenleri gibidir.
Ve tören bitip ışıklar söndüğünde tek tek davet edilir sporcular sahaya! Sahne artık sporcularındır! Başlar müsabaka… 20 bin kişi koltuklarına bırakılan kartonlarla aynı anda tempo tutarlar, birilerine “koymadan”, birilerine vurmadan… 20 bin kişi aynı anda ayağa kalkarlar bir takımı tutmadan, bir takımı kırmadan…
Sporcuların da tribünlerdeki güzelliklerden dostluklardan farkı yoktur. Sadece sporun mücadelesini verirler. Sadece sporun gerektirdiği davranışları sergilerler. Hentbolun o müthiş yakın temas gerektiren durumlarında bile, hentbolun o tatlı sert mücadelesinde bile sporcuların güzel hentboldan uzaklaşmamaları, hentbolu çirkinleştirmemeleri için gösterdikleri özen tam bir spor şölenine yakışan davranışlardır.Hentbol ve hentbolseverler; tam bir spor dalına yakışan davranış sergiler Almanya’da… Öncesi, devre arası ve sonrasında… Henüz bir maç öncesi bir kavgaya tanık olmadım Köln’de… Henüz bir maç esnasında ellerindeki bira bardaklarını atan bir taraftar görmedim Köln’de… Henüz bir taraftarın attığı bir cisimle kafasına dikiş atılan bir antrenör veya sporcu görmedim Köln’de… Ve henüz, bir maçın yarıda kaldığını görmedim ve duymadım Köln’de…
Keşke bütün spor karşılaşmaları bu şekilde başlasa ve bu şekilde bitse! Yorumcular sadece futbolu konuşabilse! Cezalar sadece sahada verilen mücadeleden verilebilse!
Ve keşke, bir futbol karşılaşması da Köln’de tanık olduğumuz gibi bir şölen havasında, bir dostluk içerisinde ve bir spor kültürü havasında oynanabilse, tamamlanabilse!
Ama görünen o ki, bütün bunlar bir temenniden öte gitmeyecek gibi…Bu nedenle en iyisi siz gelin, 26-27 Mayıs 2018 tarihinde Köln'de yapılacak olan bu büyük hentbol şölenini izleyin ve bir spor karşılaşması nasıl güzel organize edilir ve bu organizasyona katılan herkes nasıl mutlu olur farkına varın!
Zeynur Pehlivan
17 Nisan 2018 Salı
21 Aralık 2017 Perşembe
30 Kasım 2017 Perşembe
Search
Blog Listem
Popular Posts
-
Bir hentbol takımının en önemli unsurlarından birisi kalecidir. Oyun içerisinde bir takımı etkileyebilecek en önemli pozisyon olarak da ifa...
-
Süleyman Seba vefat etti. Beşiktaş öksüz.. Siyah-beyaz solgun.. Kara kartallar sessiz.. Bütün Çarşı, yasta. Süleyman Seba vefat etti. ...