Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi

17 Nisan 2018 Salı


Evlendiğimizde ilk oturduğumuz evdi Emek 60. sokaktaki evimiz. Giriş katının hemen üstüydü. Yani 1. kat. Bir katta beş dairesi olan çok temiz ve çok bakımlı dört katlı bir binaydı bu apartman. Biz de bu apartman girişinin hemen üstündeki daireyi kiralamıştık. Dikimevinden binip ev aramak için tam ortasında indiğimiz Emek 4. caddeden, ilk döndüğümüz sokakta ilk karşımıza çıkan bir evdi bu ev. Kısacası ilk bulduğumuz evi kiralamıştık. Çok kısa zamanda da ne kadar güzel bir apartmana taşındığımı anlayacaktık.

Yerden yükselen camlarıyla kocaman salonu ve iki odası ile çok şirin bir evdi burası. İlerleyen yıllarda da satın almıştık bu evi, bize “Ceketinizi satıp paranızı tamamlayasıya kadar bekleyeceğim sizi…” diyen, ODTÜ’de ki tahsilini tamamlayıp ülkesine dönecek olan İran’lı bir beyefendinden. Gerçekten de beklemişti bizi, hatta ısrarla “Lütfen cama ‘SATILIK’ levhası asalım!” dememize rağmen astırmamış ve bizi beklemişti. İyi ki de beklemiş. Yoksa biz, her biri çok değerli olan kat maliklerini, özellikle de daha sonra hayatımızda çok önemli bir yer tutacak olan o çok tatlı kızı hiç tanımayacaktık.

Müthiş yakın ve sıcak bir ilişki vardı apartman sakinleri arasında… Sürekli bir araya gelen, her sabah bir evde kahvelerini içen, her hafta birinde kağıt oyunları oynayan, her an birbirleriyle iletişimde olan inanılmaz bir apartmandı. Okula girer gibi herkese selam vererek girerdim apartmana. “Günaydın Vedia hanım teyze!”, “Merhaba Saliha abla!”, “Nasılsın Tasvir teyze!”…

Ama bu duyguların baş aktörleri şüphesiz onlardı. Her okuldan veya antrenmandan geldiğimde yaz kış demeden beni camdan evlerine çağırır, “Gel bir kahve iç! Ya da “Gel bir çorba iç!” diyerek beni evlerine davet ederlerdi. Bana çok emekleri olan, bana çok güzel günler yaşatan, hayatımı kolaylaştıran bu güzel insanlara minnettarım. 

Kapıları herkese açık olan bu apartmanı çok sevmiştim. Derken günlerden birgün, elimde kahvem camın önünde otururken “Pat!” diye bahçeye bir şey düştüğünü duymuş, ardından da yükselen çığlıkları işitmiştim. Camdan dışarı kafamı uzattığımda da bahçeye düşenin hemen sağımdaki komşumun iki yaşındaki kızının olduğunu görmüştüm. Duyan korkuyla koşmuştu bahçeye… Biz de gitmiştik. Ama korktuğumuz gibi bir şey olmamıştı. Birinci kattaki camlarından dışarıya bakarken düştüğünü öğrendiğimiz kız çocuğu bahçedeki betona değil, toprağa düşmüştü ve hiçbirşey olmamıştı. Cin gibi gözleri ile bizlere bakıyordu. Sevimli mi sevimli, şirin mi şirin bir kızdı. 

Apartmanın vazgeçilmez kişisiydi. Sevmesini de, sevildiğini bilmesi de çok coşkuluydu. Zamanla büyüdü. Bisiklete binmeyi, okuma yazmayı birbirimize mektuplar yazarak ve kapılarımızın altından atarak birlikte öğrenmeye çalıştığımız zamanlar oldu. Çok zaman geçirdik birbirimizle… Hatta birgün antrenmanımıza bile götürmüştüm. 

Ve birgün gelmiş ben bebek sahibi olacağımı öğrenmiştim. Bu haberi ilk öğrenenlerden birisidir o kız çocuğu ve bana “Sen benim kızımsın!” diyen canım annesi…  “Zeynurrrr  sen anne mi olacaksın!” demiş ve boynuma sarılmıştı.  O kızın benim kadar sevindiğine içten inanıyordum. Bunu görebiliyor, hissedebiliyordum. Çünkü herşeyini çok açıkça ve sıcak bir gülümseme ile ifade eden bir insandı o.  

Dört ay geçti ve biz bir oğlumuzun olacağını öğrenmiştik. Ben hemen isim kitapları almış, erkek isimleri düşünmeye başlamış, her ismin anlamlarını öğrenmeye çalışmıştım. “Bu olmaz!”, “Bu olabilir!” deyip her isme dikkat etmeye çalışıyordum. 

Böyle günlerden birgün Zeki ile o çok sevdiğimiz komşumuza gitmiştik. Konu oğlumuzun isminin ne olacağına gelmişti. O dönemlerde henüz 9-10 yaşlarında olan kız birden atlayıp “Ben düşünmüştüm Zeynur! Kız olursa Gizem, erkek olursa Doruk olsun demiştim!” demesin mi! 

Ağzımız açık kalmıştı. Zeki ile gözgöze geldik ve ikimiz birlikte “Doruk!” dedik. Çok güzel bir isim geldi bize. Doruk… Zirve, dağın en yüksek noktası, demek. Kızımız heyecanla bizim cevabımızı beklerken, eşim “Tamam Zeynur! Boşuna isim arama! Oğlumuzun ismi Doruk olacak!” demesin mi! Evdeki sevinç nidalarını duymalıydınız! Herkesin o andaki sevincini, o kız çocuğunun mutluluğunu, bir sevinç yumağı oluşumuzu görmeliydiniz! Özellikle kendi önerdiği ismin kabul edildiğini duyan kızımızın mutluluğunu görmeliydiniz! “Zeynur!”, “Zeki!” diyerek bize sarılışını görmeliydiniz! Salonun ortasında nasıl hoplayıp zıpladığımızı görmeliydiniz!

Bu an hayatım boyunca unutamayacağım ve yaşadığım en güzel anlardan birisi olarak kalacak. Bu an, çok güzel bir andır benim ve ailem için. Oğlumun ismini koyan dünyalar tatlısı bu kız çocuğu, güzel olduğu kadar da çok özel bir çocuktur. Çünkü o kız çocuğu,   Down Sendromlu bir çocuktur. Çünkü bir sporcunun, milli hentbolcu Doruk'un isim annesi çok, ama çok sevdiğim Down sendromlu bir kız çocuğudur.  

Gördüğü anda “Zeynurrr!” diyerek sarılan, sarıldığı anda bütün güzel duygularını sana aktaran kişidir o... İnanılmaz hikayeler anlatan, anlatırken hikayeyi yaşayan; sizi bir anda iyi eden, bütün sorunlarınızdan uzaklaştıran, mutlu eden kişidir o... Bulunduğu ortamı neşelendiren, onunlayken sizi başka bir dünyaya götüren kişidir o... Bence sadece sevgiyi ve güzellikleri yaşatmak ve göstermek için doğmuş bir kişidir o...  

Şimdi, burada, bir de ismini taşıyan kişiden, yani Doruk’un şu anki durumundan bahsetmeden geçmek olmaz. Ondan da bir iki kelam etmek lazım.  İsminin anlamına yavaş yavaş ulaşmaya, çıkmaya çalışıyor, çabalıyor. Hentbolun en tepesinde olur mu bilemem ama Doruk  bugünlerde  Süper Ligde en fazla gol atan Türk oyuncu durumunda  ve A Milli Hentbol takımında yer alıyor.  Sanırım isminin anlamını vermeye başladı. Sanırım isminin anlamı yakışmaya başladı. 

Bir isim bir insana yakışmalı değil mi? Benim oğluma yakışanı da o kız çocuğu buldu. İyi ki de buldu. İyi ki de oğlumun ismi Doruk oldu. İyi ki de bu ismi o kız çocuğu koydu.

Oğlumun ismi Doruk olmasaydı,  belki Doruk şu an hentbolcu olmayacak ve A Milli takımında oynamayacaktı! Kim bilir!

Zeynur Pehlivan
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 03:46  No comments »

0 yorum:

Yorum Gönder

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search