Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

27 Ekim 2015 Salı



Her spor dalı dalının farklı özellikleri, farklı aletleri, farklı zeminleri, farklı seyircisi, farklı mücadelesi vardır. 

Birisinde vücudun sınırlarını zorlanır, birisinde aklın, birisinde zamanın..

Birisinde eller; bir top, bir kılıç, bir koltuk değneği, bir cirit, bir disk, bir gidon, bir raket, bir dizgin, bir direksiyon tutar; birisinde suya, havaya, boşluğa, müziğe bırakırsın kendini..

Birisinde yürürsün, birisinde yüzersin, birisinde dalarsın, birisinde atlarsın, birisinde koşarsın..

Bazen bir metre, bazen yüz metre, bazen kilometreler, bazen bir rakip, bazen bir engel çıkar karşına..

Bazen ayaklar yerden kalkmaz, bazen tüm vücut gökyüzüne taşınır.

Yetenekler; bazen toprak, bazen buz, bazen kar, bazen havuz, bazen deniz, bazen tartan, bazen minder, bazen ring, bazen asfalt, bazen kum üzerinde sergilenir.

Bazen sevgili, bazen taraftar, bazen rüzgar yanındadır, bazende şans..

Bazılarında rakibe, bazılarında hedefe, bazılarında ağırlığa, bazılarında mesafeye odaklanırsın. 

Kilometreler sonra finiş çizgisini görmek, dokunmak, geçmek, yığılmak, sarılmak..

Bayrak göndere çekilirken, madalya göğüste parlarken marş söylemek..

Bütün tenler, bütün renkler, bütün kadınlar, bütün erkekler, bütün diller, bütün dinler,  bütün yetenekler, bütün güzellikler, bütün zorluklar,  bütün duygular,  büyük mutluluklar,  büyük topluluklarla Olimpiyat halkaları gibi içi içe, kol kola olmak..

Karşısında saatlerde durup bakılacak güzel bir tablo gibi, iyi bir sanatçının elinden çıkmış, farklı renklerin kullanıldığı güzel bir kolaj gibidir spor..



Bir cimnastikçinin vücudunun, kaslarının, eklemlerinin sınırlarını zorladığı havadaki o muhteşem şpagat görüntüsü, o muhteşem estetikliği; bir atletin finişe gelirken yüzündeki her kasa yansıyan o direnci; finişten sonraki o bitmişliği; bir yüksekçinin, bir sırıkçının, kendini yukarı çektiği o anı, vücudun aldığı o şekli; bir atletin uzun atlama esnasında yer çekimine karşı koyduğu o süreyi, o mesafeyi; bir futbolcunun rövaşata denemesindeki, ayakların topa vurmak için başının üzerine geçtiği o anı; kaleci ile aynı çizgide, hatta daha geride olan ve bir metreden daha az bir mesafeden aldığı sıçrama kuvveti ile dört beş metre sıçrayan, kale kadar (2m) boyu aşarak, enfes bir bilek hareketi ile topa istediği yönü vererek estetik bir gol atan hentboldaki bir kanat oyuncusunu; kol gücünün tamamen bittiği noktada bile belli bir ritim ve nefes tutturup kendi vücuduna teslim olmayan bir kürekçiyi; atlama beygiri veya denge aleti üzerindeki performansını sergileyip, birkaç burgu, birkaç takla attıktan sonra ayaklarının, dizlerinin, vücudunun, böyle bir hızdan ve böyle bir yön değişikliğinden sonra tek bir noktaya sabitlendiği, vücudun kendi el frenini çektiği o anı;  müzik, dans, su ve cimnastiğin birleşimiyle sergilenen o muhteşem su balesi koreografilerini, şöyle bir gözünüzün önüne getirsenize..

Ya da; bir sporcu sevinirken, bir sporcunun ağlayışını; kazanan sporcunun kaybeden sporcuyu teselli etmesini; bir takım havalara uçarken, bir takımın yere yığıldığını; bir takım Lige çıkarken, diğerinin küme düştüğünü; hayranı olduğu bir sporcuyla göz göze gelmek için avazı çıktığı kadar bağıran; bir imza, bir forma, bir dokunuş için saatlerce kapıda bekleyen küçük taraftarları; sokağa çıkmaktan korkan ama her türlü engele rağmen, maça gitmek için can atan tam siz gol oldu diye bakarken çimlerin, çamurun, direğin, savunmanın bunu engellediğini; hızlı hücuma giden bir oyuncuyu durdurmak isteyen rakip takım oyuncusunun bu oyuncuya yetişme gayretini; havaya atılan veya ortaya düşen bir top için, üç dört kişinin bu topa sahip olmak için aynı anda uzandığı anı; verilen mücadelenin, akıtılan terin hazzını yaşamanın ne olduğunu; düdükle birlikte güçlerin, öfkenin, mücadelenin sona erdiğini, dostlukların devam etttiği sahneleri gördüğünüzü düşünsenize..


Düşünmeyin! Göreceğiniz herşeyi ben yazdım zaten.. Ama bu yazdıklarımı birde siz görün istiyorum. Ama bütün bunlar için önce iyi bir sporsever, gerçek bir taraftar olmanız gerekiyor.

Kar, kış, uzak, yakın, deplasman demeden takımlarının her maçına giden gerçek bir taraftar gibi; ezeli rakip olduklarını bir tarafa bırakıp, Pınar Karşıyaka basketbol takımının Euroleague maçında tribünde yerini alan; futbol, hentbol diye ayırt etmeden kulübünün her maçına giden Göztepe Spor Kulübü başkanı Mehmet Sepil gibi gidin maçlara..

Hatta hemen kalkın, çocuğunuzun elinden tutun ve beraber gidin maçlara.

Üzerinde farklı renk forma var diye küçücük bir çocuğa bağıran ve sonrasında "Sen de bana tokat at, ödeşelim" gibi garip davranış ve anlayışa sahip olan amigolar; rakip takım oyuncusu gol attı diye ellerine geçen her şeyi sahaya atan seyirciler; takımı kaybedince kendini daha çok kaybeden taraftarlar; sadece sahada değil yolda pusu kurup, bir takım otobüsüne ateş açacak kadar gözü dönmüş insanlar yerine; seyrettiği bir hentbol maçı sonrası "Bu adamlar uçuyor" diyecek kadar hentbolu seven minik taraftar Zeynep; Zeynep'e, Göztepe Hentbol takımının yaptığı gibi bir  sürprizi görmek ve sonrasında sporu seven, büyüdüklerinde yönünü kaybeden gençler gibi değil, spor salonlarına, spor alanlarına giden bir genç; rahatsızlığı nedeniyle evinden fazla uzaklaşamayan ancak takım, renk sevgisi ile evinin, odasının, yatağının, kendisinin her yerini, her gün, her zaman çok sevdiği Beşiktaş renkleriyle donatan küçük kartal Samet gibi çocuklar yetişmesi için; en önemlisi de birbirlerinin stadlarına giremeyen, birbirlerine nefretle bakan, takımlarının formasını bile rahatlıkla giyemeyen taraftarlar değil; birbirlerinden korkmadan, uzaklaşmadan, yan yana maç izleyebilen, yan yana oturabilen, yan yana çekirdek çitleyebilen nesiller yetişmesi için götürün maçlara..



Spor seyircisinin, taraftar olmanın ne demek olduğunu yaşatarak öğretin onlara..
Gençlerbirliği taraftarları gibi küfür etmeyen seyircilerinde olduğunu, 
Bir spor seyircisinin takımını "oyarak", "koyarak", "ölerek", "sahaya birşeyler atarak", "sahaya dalarak" "tribünleri ateşe vererek" değil, alkışlayarak desteklemesinin en doğru hareket olduğunu, 
Her yenilginin sorumlusunun hakem olmadığını, 
Sporu çirkinleştiren teknik adamlar, sporcular yanında, oynadıkları, keyif aldıkları, mutlu oldukları, para kazandıkları sporu güzelleştiren teknik adamlar ve sporcuların daha çok olduğunu öğretin onlara..

Ama mutlaka gidin. Yalnız veya arkadaşınızla.. Yalnız veya ailenizle, çocuğunuzla..
Yalnız veya rakip taraftarla.. Spor nedir, spor kültürü nasıl oluşur, nasıl kazandırılır, taraftar kimdir? sorularının cevabını tribünlerde öğretin onlara.. 
Bir babanın bir  nasihat, bir öğretmenin bir ders vermesi gibi, bir görev yapar gibi, çocuklara sporun bu güzelliklerini gösterin ve öğretin.
Toplumu, sporu, duyguları, sözleri, tribünleri güzelleştirmek adına bunları yapın. İyi bir doktor, iyi bir öğretmen, iyi bir çocuk,  iyi bir insan yetiştirmek gibi, iyi bir taraftarda yetiştirin.
Ama mutlaka getirin. Unutmayın! Sporun kendisi gibi, tribünlerde bir okuldur.








Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 01:27  No comments »

15 Ekim 2015 Perşembe


Size eşim Zeki Pehlivan'ı anlatırken objektif olmaya çalışacağım. (Ayağımı kaldırıyorum) Onu 27 yıldır hiç tanımıyormuşum, (Yüzüğümü çıkarıyorum) onun yakınında değilmişim (Evden çıkıyorum) hatta onun çocuğunu doğurmamış da, nasıl bir baba olduğunu bilmiyormuşum (Neydi çocuğunun adı) gibi  davranmaya çalışacağım.
Sadece bize sabahları kahvaltımızı, akşamları meyvelerimizi hazırlayan, gece üstümüz açılmış mı  diye birkaç kez uyanan ve bana her konuda yardımcı olan Zeki Pehlivan’ı hiç tanımıyormuşum gibi yapacağım ve size sadece sporcu Zeki'yi anlatmaya çalışacağım. Her zaman, her yerde bir sporcu olduğunu bilen, davranan, çalışan ve spordan para kazandığını unutmayan Zeki Pehlivan'dan..

Beni istemeye geldiklerinde annem Zeki'ye "Biraz daha bekleseniz çocuğum. Sen daha öğrencisin, önce okulunu bitir. Nasıl geçineceksiniz?" dediğinde, Zeki'nin cevabı; "Ben hentbolcuyum. Hentboldan para kazanıyorum.” olmuştu.
Hentbolu seven bir kişi olarak, bu cevap çok hoşuma gitmişti. Ama Zeki'nin ne kadar profesyonel olduğunu sonradan çok açık, çok net bir şekilde görmüş ve yaşamıştım.
Evlenmeye karar verdiğimizde, Zeki Ankara'da, ben İstanbulda yaşıyordum. Zeki’nin ailesi Çanakkale'de, benim ailem ise Eskişehirdeydi. Hayatımıza Ankara'da devam etmeye karar vermiştik. Çanakkale, Eskişehir, İstanbul ve Ankara'daki evlerden eşyalarımız gelecekti. Gençliğimiz, enerjimiz, heyecanımızın, aşkımızın  doruğunda olduğu günlerdi. Yaptığımız hiçbir şey bize zor gelmez, aksine bize birşeyler katacağını düşünürdük.
Mesela eşyaları yeni kiraladığımız eve taşırken "Hamal tutmayalım, kendimiz taşıyalım. Hem antrenman olur bize" demişti. Hamal tutmadık ve büyük bir zevkle, büyük bir keyifle taşıdık.
Ben de hentbol oynuyordum, ben de hentbolu çok seviyordum, ama hentbolun, bir basketbol, bir voleybol, bir futbol gibi olmadığını da bildiğim için, gelecek endişesi için zaman zaman Zeki'ye "Sen gerçekten çalışmıyacak mısın? diye sorardım. O da bana; "Ben para kazanıyor muyum. Kazanıyorum. O halde bu benim mesleğim" derdi, ama ben anlamazdım.
Dinlenmesine, beslenmesine, özel hayatına  büyük bir özen  gösteren Zeki’ye ben; "Hentbolun geleceği yok. Bir işe başlasan artık" dedikçe, o beni omuzlarına alır squat yapardı. Antrenman olmadığı zamanlarda bile sabah-akşam tek başına koşan, kuvvet çalışması yapan Zeki’ye ben; “Bunun sakatlığıda var yavrucuğum, ne olur" dedikçe, yaptığı antrenman yetmiyormuş gibi, evde şınav yaparken üstüne oturmamı isterdi.
Ne boş zamanında, ne tatilde sporunu, çalışmayı bıraktı Zeki. İnsanların işlerine göstermediği özeni, vermediği zamanı hentbola verdi. Bu nedenle bir zamanlar hentbolun en kuvvetli, en çalışkan, en disiplinli sporcusuydu. Bu nedenle yurtdışından birçok teklif aldı. Bu nedenle sporculuk hayatında hiç sakatlanmadı.
Bu nedenle Zeki Pehlivan, Avrupa Kupalarında karşılaştıkları, hentbolun en iyi ülke ve takımlarından birisi olan İsveç'in Drott takımına bir maçta 16 gol atmayı başardı.
Aynı zamanda eğitimini hiç ihmal etmedi. Doktora derecesine kadar devam etti. Öğrenmekten hiç vaz geçmedi. Çünkü bir sporcu ne kadar çok öğrenirse spora katacağı kalitenin ve gelişmenin de o oranda yüksek olcağına inandı.
Takımındaki diğer oyuncuların neredeyse bir çoğu ya öğrenci ya da başka bir meslek sahibiydi. Mesleği “hentbol” olan tek kişi Zeki Pehlivan’dı. Peki bunları kim biliyor? Kim Zeki'ye değer verdi?
Hiç kimse!..Çünkü bunu yapan sadece Zeki Pehlivan’dı ve takım sporlarında tek başına bu yeterli değildi.
Bunu size niye anlatıyorum biliyor musunuz!
Son zamanlarda "Birkaç kez milli olsamda, spor uzmanı olarak atansam", "Milli takımlarda bir derece yapsakta, öğretmenliği hak etsem", “Yaşasın, atamam yapılmış” diyen o kadar çok hentbolcu görüyorum ki! Bu sporcular tayin olacaklar, başka bir ile gidecekler, oradan  Süper Ligde hentbol oynamaya gelecekler. Atamaları yapılacak, göreve başlayacaklar, sabahları antrenman yapmak için vakitleri olmayacak veya akşam yorgun argın  Süper Lig takımında antrenmanlara çıkacaklar.
İşte bu nedenle size bunları anlattım.  
"Dersim var sabah antrenmanına gelemem" veya "Bütün gün okulda çok yoruldum" diyen sporculardan ne verim beklenebilir? Hangi performans istenir? Nasıl yüklenme yapılır?
Bir ilde mesleğini yapacak, başka bir ilde hobisine zaman ayıracak!!  Yarım hafta, yarım zaman, yarım sonuç, yarım hentbol..
Kısacası Hentbol hiçbir zaman hentbolcuların ilk sırasında yer almadı almayacak, ilk hedefleri olmadı olmayacak. Meslekleri hiç olmayacak.
Bir basketbolda, bir voleybolda bunları görmek mümkün değil.
Zeki Pehlivan gibi; " Ben hentbolcuyum. Bu benim mesleğim" diyen sporcular, antrenörler olmadığı, "Şu mesleğime, şu öğretmenliğe bir başlasam, başka bir şey istemiyorum" denildiği sürece, hentbolumuz hep böyle yarım oynanacak, hentbolumuz hep böyle fazla amatör kalacak gibime geliyor.
Şimdi; " Zeki abi sen ne kadar doğru söylüyormuşsun" diyorlar ya! O zaman; koşmayı, çalışmayı sevmeyen sporcular, şimdi antrenörlük yaptıkları takım sporcularından koşmalarını, çalışmalarını istiyorlar ya!
Tamam.. Bunu anladıklarını görmek güzel ama birde bunu çalışmalarda, sahada görebilsek iyi olurdu açıkcası..
Hentbolu, Zeki Pehlivan gibi profesyonelce yapmadığınız sürece, bu nasıl olacak?

Çok fazla zaman kaybettik. Sadece Avrupa’da değil, kendi ülkemizde de ismimizi unutturduk. Hentbolun bir an önce profesyonel bir anlayışı benimsemesi, profesyonel bir yapıyı kurması gerekiyor. Hentboldaki herkesin tam zamanlı hentbola zaman vermesi gerekiyor. 
“Hiçbir yağmur damlasının kendini selden sorumlu tutmadığı gibi” biz de yaptığımız ya da yapmadığımız işlerden kendimizi sorumlu tutmaz, bu profesyonelliği önce kendimiz sağlamazsak hentbol profesyonelleşsin diye daha çoookk bekleriz.

Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 23:31  No comments »

13 Ekim 2015 Salı


Ben hentbol oynadım. Milli formayı bende çok giydim. Selçuk İnan gibi serbest atışlardan da çok gol attım. 
Hentbolumuz 
futbolumuz gibi değil ama bizde biliriz Selçuk İnan’ın duygularını..
Eksik kalmalarına rağmen hala bu maçı kazanacağına inanan kişi gider o topun başına..
89. dakikada bile maçın henüz bitmediğine inanan, o cesareti kendinde bulan kişi gider o topun başına..
Bir gol attığında kocaman bir ülkeyi, kocaman acısından biraz olsun uzaklaştıracağını bilen kişi gider o topun başına..
Ve sadece o gol anını yaşar.
Önündeki baraja bakmaz, arkasındaki kaleciyi, tribünde bu atışın gol olması için dua eden binlerce insanı görmez..
Her zamankinden farklı gider topun başına.. Her zamankinden farklı basar çimlere ayağı.. Her zamankinden farklı dokunur topa..
Ve bir yüksek atlamacı gibi sadece o anı yaşar..
Geriye çekilişini, topa vuruşunu, topun kaleye yönelişini, barajın üzerinden geçişini, kalecinin ellerinin topa dokunuşunu..
Ve Selçuk İnan, bizden önce topun filelerle buluşmasını görür, hakemin düdüğünü duyar.
Tüm takımın, tüm ekibin üzerine atladığı anı yaşar, söylediği sözleri duyar, tribündeki binlerce insanın sesi kulağına gelir.
Tüm ülkeyi sevince boğduğunu, tüm ülkenin aynı anda “Türkiye” diye haykırdığını hisseder.


Bir tarafta, kaybettiğimiz yüzlerce canımız, bir tarafta, bu canlarımız için oynayan milli takım..
Bir tarafta, kaybettiğimiz canlarımız için ağlayan, bir tarafta, milli takımımız galip geldiğinde sevinen bir yürek..
İçi kan ağlayan, dışı gülen..
Kalp acı çekerken, sevinçle haykıran..
Kim bu kadar can vermis ki!
Kim bu kadar acı görmüş ki!
Kim her maçta şehit haberleri almış, kim katliam görmüş, yaşamış bir ülkede bu kadar çok maça çıkmış ki!
Sonra da bize “Türkler duygusal insanlar” diyorlar. Onlar bu kadar acı yaşamış mı ki!
Varsın desinler!
Duygusal insanlarız biz!
Acımızı da, sevincimizi de derin yaşarız.
Teşekkürler Fatih Terim. Teşekkürler Selçuk İnan. Teşekkürler Selçuk İnan’ın üzerine atlayan, yumak olan, tek yürek olan milli takım..
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 22:48 in    No comments »

12 Ekim 2015 Pazartesi



Sayın Aziz Sancar, 
Her gün acılarla, ağıtlarla uyanan, uyuyan güzel ülkemden "Selamlar" sayın Sancar..
"Selamlar" diyorum ama biliyorsunuz bugünlerde ne sesimiz çıkıyor, ne elimiz kalkıyor..
Hep ölüm, hep acı, hep gözyaşı..
Sağında asker, solunda polis vuruluyor.
Her gün başka bir eve bayrak asılıyor, her gün bir çocuk yetim kalıyor.
Kuzeyini sel alıyor, güneyinde bir çocuk vuruyor sahile..
Her gün başka bir eve ateş düşüyor, her gün yeni bir yer kazılıyor mezarlıklarda..
Hep ölüm, hep acı, hep gözyaşı..
Ama 10 Ekim 2015 bunların hiçbirine benzemiyor. Tam bir katliam.. 
Hem de ne sağında, ne solunda, ne kuzeyinde, ne güneyinde, bu güzel ülkemin tam ortasında oluyor.
Başkentimizin sembolu olan Ankara Garının hemen önünde, bir anda, on saniye içinde, yüzlerce insanımız can veriyor.
Yüzlerce insanımız can verdi, onlarca insan yetim, öksüz, yüzlerce insan yaralı, engelli, binlerce insan öfkeli, kızgın, yüzbinlerce insan acı içinde kaldı.

Sayın Aziz Sancar..
"DNA onarımı" ile Nobel Kimya Ödülüne layık görülmeniz yaşadığımız ülkede, yaşadığımız bu acılar içinde, mutlu olduğumuz tek güzel haber, yüzümüzü gülümseten tek güzel olaydı.
Sizinle gurur duyuyoruz. "DNA Onarımı" buluşunuz sayesinde kanser hücrelerinin tamamen önlenebileceği, kemoterapinin de ortadan kalkmasının mümkün olabileceği söyleniyor.
Kanser günümüzün en lanet, en korkunç hastalığı, diye biliyorduk.
Ancak bu lanet hastalık bile bir anda yüzlerce kişiyi haince, zalimce, en beklenmedik anda yok etmiyor. 
Sizden öğrenmek istediğim;
Bir insanın hücreleri, nasıl diğer insanları öldürecek, yok edecek düzeye gelebiliyor, nasıl bu kadar ölümcül hale dönüşebiliyor.
Sizden ricam ise; (hastalıklı bölge hariç) bir insana dışarıdan ne enjekte edilirse edilsin, ne verilirse verilsin, ne söylenirse söylensin, ne yapılırsa yapılsın; insan vücudunun, insan hücrelerinin doğduğu günkü gibi tertemiz kalmasını sağlayacak, insan vücudunun, insan aklının ölümcül bir silaha dönüşmemesini sağlayacak bir buluş yapmanızdır. 
Günümüzün en büyük hastalığı artık kanser değil, terördür. İki gündür hastaneler, kanser hastaları ile değil, terörün aldığı, yaraladığı insanlarla dolu. Teşhisler, DNA örnekleri, hastalıklı bölgeyi, kanserli bölgeyi bulmak adına değil, kendi yavrusunu, kendi insanını bulmak adına yapılıyor.
Artık terör, kanserden daha fazla can alıyor, can acıtıyor.
Sizden ricam budur sayın Sancar.. 
Bir insanın, insan gibi kalmasına, insan gibi davranmasına, insan gibi yaşamasına, yardımcı olun. 
Saygılarımla.
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 11:37  No comments »

4 Ekim 2015 Pazar



Dün Beşiktaş Mogaz-PSG Handball maçındaki herkes sadece mücadeleyi seyretmiş olabilir ama ben çok farklı şeyler gördüm bu maçta.
Beşiktaş Mogaz-PSG Handball takımının maç yapacağı salon Kocaeli garajına yürünecek mesafedeydi ama ben bir an önce ulaşmanın heyecanıyla hemen bir taksiye atladım ve salona ulaştım.
Salonun kapısına geldiğimde ise gözlerime inanamadım. TED Ankara Koleji Vakfı Okullarından küçük bir hentbolcu salonun kapısının önünde bekliyordu. Kendisini ve babasını Ankara THF Spor Salonunda görmeye alışkın olduğum Kaan’ın hentbolu bu kadar sevmesi, TED Ankara Koleji Vakfı Okullarında en başarılı spor dalı olan ve basketbolun gölgesinde fark edilmeyen hentbolun bu kadar seviliyor olması, babası Gökmen beyinde çocuğunu kırmayarak İzmit’e getirmesi bana o kadar çok şey anlattı ki!

Birincisi ve en önemlisi Türkiye'nin birçok yerinde hentbolu seven, hentbolun gelişimi için çaba harcayan,  bana mesaj atan,  bu maçlara gelmek isteyen ancak imkanları elvermediği için bu maçlara gelemeyen o kadar çok küçük hentbolsever, hentbol için neler yaptıklarını sosyal medya sayesinde gördüğüm, hentbola emek ve zaman veren o kadar çok alt yapı kulüpleri ve antrenörler var ki!
Federasyonun, Yönetim Kurulunun, hentbol liglerindeki kulüplerin bile ilgi göstermediği, hentbolun en iyilerinin olduğu dünkü maça,  işte sadece bu hentbol sevgisiyle karşılaşmaya Ankara’dan gelen Kaan gibi, Bursa’dan, Niğde’den, Kıbrıs’tan çıkıp İzmite gelen tüm hentbolseverlere, tüm hentbol gönüllülerine çok, gerçekten çok büyük teşekkür ediyorum. Hentbol çok güzel bir spor ve hentbolun gerçek sahipleri, hentbola gerçekten emek veren sizlersiniz. Çok sağolun.


İkincisi ve en az birincisi kadar önemli ve birincisi ile bağlantılı olan düşündüğüm diğer şey ise salonda gördüğüm Beşiktaş Mogaz’ın yalnızlığıydı.
Beşiktaş Mogaz’ın, teknik ekibin yaptıkları, başardıkları benim hentbol için yaptıklarımın yanında devede kulak kalır ama dün Beşiktaş Mogaz’ı nedense kendime çok benzettim.
Benim yazılarımı veya paylaşımlarımı takip edenler bilir. Hentbolun sadece iyi taraflarını gündeme getirmeye çalışan, hentbolun çok güzel bir spor olduğunu yazan ve bu sporu bilmeyenlere duyurmaya çalışan, hentbolu çok seven birisiyim. Türkiye’de oynanılan hentbolun değil, asıl Almanya’da oynanılan hentbolun, Fransa milli takımının, dün gördüğümüz Karabatic’in oynadığı hentbolun “Gerçek hentbol” olduğunu anlatmaya çalışan birisiyim.

Beşiktaş Mogaz’ı yazıyorsam, Beşiktaş Mogaz iyi işler yaptığı için, Beşiktaş Mogaz bu Ligde ve bu oyuncularla oynadığı için yazıyorum. Gençlerbirliği için ne kadar uğraştıysam veya Göztepe’nin Süper Ligde olmasına ne kadar çok seviniyorsam, hentbolu böyle kulüpler bir yere getireceği için yazıyorum.
Ancak ben bunları yazarken veya yaparken,federasyondan, hiçbir hentbol kulübünden, antrenöründen veya oyuncusundan teşekkür veya tebrik almadım. Bir zamanlar bekliyordum, ancak şimdi beklememeyi öğrendim.
Senelerdir hiçbir takım Beşiktaş’ın şampiyonluğuna son veremezken, senelerdir Süper Ligde rakipsiz mücadele ederken, hiçbir takımın başaramadığını Beşiktaş Mogaz başarmışken, şimdi ise Şampiyonlar Liginde mücadele ederken sahada yalnız kalması, etrafına baktığında kimseyi görememesi, kendisini desteklemek için gelenlerin bir elin parmaklarını geçmemesi  o kadar acı geldi ki bana!
Mutlaka diğer branşlarda da vardır ama hiçbir başarısı olmayan ve tek başarısı Beşiktaş Mogaz olan hentbolu, neden hentbolcular desteklemez anlamış değilim. Bir kulüp açılacağı zaman bir anda ortaya çıkan, bir antrenör arandığında “Ben daha aza çalışırım, ben ondan daha iyiyim” diyen, kendisinin diğer antrenörlerden daha iyi olduğunu iddia eden insanlar; o bildikleri hentbolu takip etmek için orada olsalardı, Beşiktaş Mogaz’ı  destekliyor-muş gibi görünselerdi, hatta PSG’yi alkışlasalardı ne olurdu sanki! Desteklemeseler bile en azından hentbolu takip ettiklerini anlardık değil mi! Dün birçok antrenörün maçının olduğunu biliyorum ama, bu söylediklerimi ben zaten  Beşiktaş Mogaz’ın tüm Şampiyonlar Ligi maçları için söylüyorum, bu maç için değil..
Arkadaşlar, Beşiktaş Mogaz  bizim hentbolumuzun, ülkemizin takımı ve bundan daha büyük hentbol, bundan daha büyük bir lig yok. “Onun elindeki kadro bende olsa bende yapardım” gibi basit sözleri bir kenara bırakıp Beşiktaş Mogaz’a destek olalım. Çünkü bu gidişle Aziz Yıldırım’ın da dediği gibi, ortada ne yönetilecek bir maç,  ne de oynayacağımız veya antrenörlük yapacağımız bir hentbol kalacak. Destek olmak istemeyenlerde önce Beşiktaş Mogaz’ı yensin, sonra Devler Ligine kalsın ve biz bu kez onu alkışlayalım. Yeter ki hentbolu o seviyelere çıkarsınlar.
Üçüncüsüde sahada gördüğüm hentbolla ilgili.. Beşiktaş Mogaz, Türk Hentboluna yapacağı katkıyı yeteri kadar sağlıyor ama iki takım arasındaki fark o kadar fazla ki..
Bir takım eski hentbolu, santralı dönemlerdeki gibi hentbolu başlatıyor, yani çok yavaş ve yürüyerek.. Diğeri yani maç boyunca muhteşem kurtarışlar yapan hatta zaman zaman üç kurtarışı arka arkaya yapan 40 yaşındaki efsane, “Dünyanın En İyi Oyuncusu” ünvanlı O’Meyer ise gol  yesede çok çabuk santraya, “Dünyanın En İyi Oyuncusu” ünvanlı başka bir oyuncuya Karabatic’e topu aktarıyor ve o da hücumu en temiz, en basit haliyle sonlandırıyor, yani çok hızlı, çok dinamik, çok güçlü..
Bir takım aynı  yükleme, çapraz geçişler, oyuncuyu pozisyona sokma vb. gibi oyun kombinasyonlarını yapıyor, ama çok yavaş, nereye, hangi savunma oyuncusuna doğru  hareket edeceğini, ne zaman topu aktaracağını bilmeden, yani yapmış olmak gibi yapıyor, etkisiz, amaçsızca.. Diğerinde ise Karabatic santraya gelen topu hızını kesmeden aynı dinamiklikle oyunu başlatıyor, “Dünyanın En İyi Oyuncusu” ödülüne sahip Hansen’e pası veriyor, o da topu sol kanat oyuncusuna aktarınca M’tima, savunmaya tam olarak yerleşmeye fırsat bulamayan takım karşısında çok kolay bir gol buluyor.
Aynı dinamiklik, aynı etkililik, aynı güç diğer oyunlarda da değişmiyor ve sonuç hep onların istediği yerden, istediği şekilde sonuçlanıyor. Sihirbaz gibi bir adam olan sağ kanat Luc Abalo’nun attığı gol daha ilk pozisyonda bize bunu anlatmamışmıydı zaten.    
Bir takımda bir oyuncu kale atışı, sıçrama, aldatmaları yavaş ve etkisiz yaparken, diğer takımda, “Dünyanın En İyi Oyuncusu” ödüllü, “Air France” lakaplı Narcisse, bunları yaptığında hem karada, hem havada bomboş alan, yükseklik bulabiliyor. Bireysel çalışmaların, aldatmaların, pozisyon çalışmalarının ne kadar önemli olduğunu bu oyuncuları seyredenlere veya seyretmeyenlere de bir kez daha hatırlatmak isterim.

İki takımda da yabancı oyuncular varken, biri bir hentbol maçının 60 dakika olduğunu unutuyor.Diğer takımda ki yabancı oyuncularda önde olmasına rağmen hala bütün gücüyle ve isteğiyle hentbol oynuyor. Dünyanın en iyi hentbolcuları 60 dakika sahada kalabiliyor.
Kısacası; ben bu oyuncu isimlerinin önüne “Dünyanın En İyi Oyuncusu” yazısını yanlışlıkla yazmadım. Bu takım dünyanın en iyi oyuncularına sahip olan bir takım ve biz dün bu starları Beşiktaş Mogaz sayesinde seyrettik.
Türkiye’ye gelir mi, gelmez mi dediğimiz PSG’nin efsane oyuncuları O’Meyer, Hansen, Karabatic   gibi oyuncular neredeyse tüm maç boyunca sahada yer alırken, Hırvat pivot Vori  bile oyunda hiç dakika almazken, onlar bize profesyonelliğin 60 dakika mücadele etmek olduğunu öğretirken,
EHF’nin, Beşiktaş Mogaz’ı Şampiyonlar Ligine direkt almasındaki en büyük etkenin muhteşem taraftarı olmuşken ve bu taraftar dünkü maçta yer almazken,
Sadece Karakartalar değil, “Hentbolcuyum” diyen oldukça fazla sayıdaki hentbolcu dünyanın en iyi oyuncularını ve takımını görmeye gelmezken,
Beşiktaş Mogaz ve teknik ekip hep böyle keyifsiz, hep böyle desteksiz, hentbolumuzdaki başarılarda, ülkemize gelen  yıldızlarda hep böyle yalnız  kalacak  gibime geliyor.


O yüzden Beşiktaş Mogaz’ı  kendime çok benzetiyorum. PSG Hentbol değil  ama Beşiktaş Mogaz bizim takımımız, takımdakilerde bizim insanlarımız. İnsanlarında biraz güzel sözler duymaya, biraz okşanmaya, biraz desteklenmeye, biraz alkışlanmaya ihtiyacı var. Sadece rakiplerin eli değil, birazda bizim elimiz, bizim sesimiz Beşiktaş Mogaz takımının yanında olsun.
Kendi Süper Ligimizde görmeye alıştığımız bu boş tribünleri Şampiyonlar Liginde görmek beni gerçekten çok üzüyor. Bu nedenle söyler misiniz,  şimdi değilse ne zaman hentbola destek olacağız?


Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 11:16 in    No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search