Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

26 Eylül 2016 Pazartesi


Temmuz 15 dediğinde Ankara'nın tüm sporcuları burada toplanırdı. Burası Beştepe Koşu parkuru, daha doğrusu parkuruydu. Çünkü artık burası eski Beştepe değil! Çok değişti. Yenileme diye, eski doğal görünümü yok oldu ve yerine yapay, dar bir koşu yolu yapıldı. Neyse! Dün buraya tekrar gittim ve eski günler geldi aklıma..

Hatırlar mısınız? Biraz açma germe yaptıktan sonra başlardık koşmaya. Öyle koşu yönünde değil, ters yönden.. Caddeyi solumuza alıp, kırmızı geniş toprak yoldan yavaş yavaş koşmaya başlardık. Bir ayakkabıyı feda ederdik orada. Her tarafı kırmızı olan çorap ve ayakkabılarımız o günlerin anılarıydı. 
Basketbolcusu, voleybolcusu, hentbolcusu, hep birlikte.. Tanışma ve buluşma yeriydi adeta o dönemler Beştepe.. Kimin ne olduğu, hangi sporcunun hangi sporu yaptığı hemen anlaşılırdı. İnce uzun fizikleri, sürekli birarada, çok yavaş, sakin bir şekilde koşan, sadece bir tur atan ve sanki hiç terlememeleri gerekiyormuş gibi olan takımlar, voleybolculardı. 
Biraz daha uzun ve biraz daha kalın fizikleri, atlet tipi formalarıyla biraz daha tempolu koşanlar, voleybolculardan bir tur fazla atanlar, biraz daha fazla terlemeye başlayan ve takımlarından bir iki kişinin ayrı ayrı koşmaya başladığı takımlar ise basketbolculardı.
Hem uzun, hem kısa, hem kalın, hem ince fiziklere sahip olan, hem basketbolculara, hem voleybolculara turlar atan, daha koşunun başından itibaren grubun büyük bir bölümü ayrı ayrı koşmaya başlayan, deli danalar gibi 3-4-5 tur atan takımlar ise hentbolculardı.

Tüm spor dalları başka özellikleri içerir ve başka çalışma tekniklerine ihtiyaç vardır. O nedenle bunları söylerken lütfen basketbolu veya voleybolu küçümsediğimi düşünmeyin. Her sporu ne kadar çok sevdiğimi beni takip edenler iyi bilir. Çünkü voleyboldaki o kısa alandaki mücadele, hız alma, sıçrayış, vuruş veya basketboldaki pivot oyuncusunun hentboldaki pivottan çok daha fazla mücadele ettiği, bir top için o azametli sporcularla çember altında bir iki değil çok daha fazla oyuncu ile savaşması inanılır gibi değil!

Ben burada sadece Beştepe'de gördüklerim, gözümün önünde kalanları yazıyorum. 
Kronometre ile koşmaya başlardık. Çok hafif bir yokuş olurdu başlangıçta.. Solumuzda kalan Jandarma Komutanlığına yaklaştığımızda bir söğüt ağacı çıkardı karşımıza ve neredeyse hemen hemen her gün o ağacın altında su birikintisi olurdu ve biz o çamura basmamak için gerekirse caddeye çıkar oradan koşmaya devam ederdik. Komutanlığın tam karşısına geldiğimizde de yol sağa kıvrılırdı. Uzun ve gittikçe yükselen, çok tatlı bir yokuş vardı ve git git bitmezdi. Ak Saray'ın  Beştepe'ye bakan kapısının tam karşısına geldiğimizde de, yol nihayet ormana dönerdi. Bu dönüş, bu an bizim en çok beklediğimiz andı. Çünkü o dönüşten sonra yol yokuş aşağı giderdi, yani biz nefes tüketmek zorunda kalmazdık ve biz burada bacakları boşa alıp nefesimizi düzenlerdik. Trafikten uzak, ağaçlıklar arasında, tertemiz bir hava ve sessizlik içindeki bu yol, hem de yokuş aşağı giden bu yol, koşunun en güzel yoluydu. Burası bizim koşunun adeta Bolu Dağındaki mola noktası gibiydi. Çünkü yokuşun bitmesiyle birlikte, ormanın tam ortasındaki düzlük alanda sonra soldan başlayıp sağa doğru yükselen bir yokuş vardı ki el insaf! 
Hangi koşu böyle dik bir yokuşla sonlanırdı ki! Ama yapacak birşey yoktu ve bu parkurun bitiş noktası da böyleydi. Her turu 2.5 kilometre olan, inişli, çıkışlı bu parkuru dik bir yokuşla tamamlamak gerçekten çok zordu. İlk günlerde 15 dakika koşulması istenen bir tur, zamanla 11 veya 9 dakikada bitmesi istenirdi. Koş Allah koş! 

Tatilden gelmişsin! İstediğimiz kadar tatilimizi aktif geçirsek de ilk günlerdeki o kas tutulmalarla mutlaka tanışırdık. O kas ağrılarına rağmen koşmak acayip bir duygudur. Acı biber yemek gibi.. Hem yanarsın, hem terlersin, hem de yemeye devam edersin! O kaslar çalışmaya, işlerlik kazanasıya kadar yürümek, merdiven çıkmak bir zulümdür. 
Ama dediğim gibi koşu candır, hayattır. Yavaşça açılmaya başlayan ama açılınca kendiliğinden giden kollar, bacaklar.. Başlangıçta daralan, tıkanan, yanan ama açılınca bir makina gibi işleyen boğazlar, ciğerler.. Ve sahaya çıkınca o güçlü bacaklarla rakipleri geçtiğin an.. Hani derler ya! Korkunç güzeldir. Çok iyi hissettirir bir sporcuyu..
İşte o sezon başı koşuları, bu Beştepe parkurunda yapılırdı. İlk fotoğrafta gördüğünüz noktada antrenörler bekler, hatta oradaki küçük tepenin üzerine çıkar ve sanki görecekmiş gibi kestirmeden gelen sporcuları gözetlemeye çalışırdı. Oysa kestirmeden koşmayı aklına koyan bir sporcu her şekilde bunu yapardı. Sporcular hatırlayacaktır. Genellikle atların güzergahı olan, binicilerin kullandığı, direkt olarak aşağıdaki düzlüğe çıkan çok kestirme bir yol vardı. Bunu birçok tembel sporcu kullanırdı. Bazen birbirimizi uyardığımız bile olurdu.  Aşağıya gelindiğinde çeşmede suyla kendisini ıslatan ve sanki çok koşmuş, çok terlemiş gibi yapan her branştan sporcular olurdu. Antrenörlerde bilirdi bunu ama yapacak bir şey yoktu. 

O dik yokuş bittikten sonra birden durmamak için, büyük çaba harcardık. Nefesimiz normale dönene kadar yavaş koşulara devam ederdik. Tüm oyuncular geldikten sonra da, iyi bir strecthing yapar ve başlangıç noktasında sprintler atardık. 

Ve mutlu son. Voleybolcular çok rahat, basketbolcular biraz yorgun ve hentbolcular bitkin bir şekilde ertesi gün buluşmak üzere vedalaşırdık. Güzel günlerdi. Burası, Beştepe Parkuru, Ankara'lı sporcuların Temmuz ayını geçirdiği en güzel adresti.
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 23:29  No comments »

8 Eylül 2016 Perşembe

Bugün bana "Dünyanın en büyük sporcuları kimlerdir?" diye sorsalar "Paralimpik sporcuların hepsi.." diye cevap verirdim.
Dün, Basketbol takımımızı Japonya karşısında seyrederken, kadın sporcularımız Nazmiye Muratlı ve Ecem Taşın madalya kazanırken büyük sevinç, büyük gurur yaşadım. Ama bunu sadece kendi sporcularımız için hissetmedim. Oraya katılan tüm Paralimpik sporcularla gurur duydum, hepsini alkışladım. Ekrana el sallarlarken ben de onlara el salladım. Gülümserlerken ben de gülümsedim. Kim kazanacak, kim birinci olacak demeden verdikleri o inanılmaz mücadeleyi sonuna kadar izledim.


Dopingli çıkar mı acaba? diye düşünmeden, koşu tekniğine bakmadan, hangi ülke daha fazla madalya kazanacak hesabını yapmadan, rekor beklentisi içine girmeden sadece orada olmanın verdiği mutluluğu görmek gerçekten muhteşem bir duygu.. 
Paralimpik bir sporcunun; kendi ve başkalarının kafasındaki tüm engelleri aşıp, vücudunu olduğu gibi kabul edip Olimpiyat kulvarındaki yerini alması, o kulvarda  madalya için koşabiliyor olması gerçekten inanılması, uygulaması, ulaşılması çok büyük bir olay.. Sporun sadece"kazanmak" demek olmadığını gösteren, hatırlatan bu insanlara tekrar tekrar teşekkürler ediyorum. 


Ayrıca bu insanların oraya gitmesinde kim çaba harcadı, kim emek verdi, kim destek olduysa, bu insanları bu güzel yola kim yönlendirdiyse, kim ikna ettiyse, hayata, spora kim kazandırdıysa onlara da sonsuz teşekkürler ediyorum. Yaptıkları iş herşeyden çok değerli..

Ardından şunu da söylemek lazım... Olimpiyatlara katılmayı hedeflemeyen, Olimpiyatlara hiç gidemeyen branşların; sporun sadece 
şan, şöhret ve parasından yararlanan sporcuların da bu sporcuları dikkatle izlemelerini tavsiye ederim. 
Bize; "Eğer bir şeyi gerçekten çok istiyorsanız, hiçbir engel sizi durduramaz." sözünü yazarak çizerek  konuşarak bağırarak çağırarak değil; Paralimpik Olimpiyatlarına katılarak, katılmakla kalmayıp madalya kazanarak "Ben buraya gelebildiğime göre sizlerde gelebilirsiniz!" diyerek, verilmek istenen mesajı en net şekilde anlatan tüm Paralimpik sporcularını izlemelerini ve desteklemelerini tavsiye ederim. 


Bu sporcuların hepsi benim için dünyanın en büyük şampiyonları, dünyanın en büyük sporcularıdır. 
Bu insanların hayata bu şekilde tutunduklarını görmek, her şekilde hayatın içinde olma istekleri, yaşamdan uzaklaşmamak için verdikleri mücadele,  insanın hem canını acıtıyor hem de çok büyük bir alkışı hak ediyor. 
Böyle anlarda bazen "Spor mu sporu var ediyor, yoksa bu sporcular mı?" diye düşünmüyor değilim.
Kesinlikle bu sporcular, bu büyük şampiyonlar sporu var ediyor. Bu insanlar, bu hayatlar ve bu azim,  engellerin nasıl aşılabileceğini gösteren bu büyük sporcular olmasa spor, kesinlikle gerçek spor olmayacaktır.

                                                                                                             Zeynur Pehlivan 
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 23:12  No comments »

4 Eylül 2016 Pazar

Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümüne girdiğim yıllar.. Balkan Şampiyonasında derece yaptığımız için YÖK’ten bize üç üniversite tercihi yapabileceğimiz yazısı ulaşmıştı. Ben de hemen yanıbaşımdaki okulu, Gazi Üniversitesini tercih etmiştim. Sağlık işlemlerimizi, sicil raporlarımızı hazırlayıp başvuru için okula gitmiştim. Gidince de Yaşar Hocanın odasına uğramıştım. Oturup sohbet ederken  bir süre sonra, o sene ETİ Bisküileri takımına İzmir’den transfer olan, aynı zamanda Beden Eğitimi Bölümünü de kazanan Okan Halay girdi odaya..  
Merhabalar, nasılsınız faslından sonra, Yaşar Hoca o güzel gülümsemesi ve incitmeyen sözleri ile Okan’a; “Oğlum git, üzerine birşeyler giy! Burası İzmir değil! Üşüteceksin!” demişti. Belki Okan da bunu hatırlayacaktır. Okan’ın üzerinde gayet güzel şort ve tişört vardı, ama belli ki okula uygun değildi. Okan da aynı şekilde gülümseyerek “Tamam hocam!” cevabını vermişti.
Dün nefis bir Süper Kupa maçı izledim. Ardeşen GSK  ve Yenimahalle Belediyesi bayan takımları arasındaki mücadele tam olarak modern hentbol maçı gibiydi. Dinamik, süratli, az pas hatası yapan, çok gol, çok çekişme olan, kimin kazanacağı sonuna kadar belli olmayan.. Bu kadar güzel bir karşılaşmanın daha güzel bir salonda oynanması gerektiğini, ekranda duvarı görmekten memnun olmadığımı söylesem de bunları unutup maçın keyfini almaya başladım. Gerçekten büyük keyif aldım. Bir Yenimahalle Belediyesi öne geçiyor, bir Ardeşen GSK..  
Hele son anları.. Dört farkı yakalamış Yenimahalle Belediyesi ama Ardeşen GSK bırakmıyor, yakalıyor, öne geçiyor ve Süper Kupanın sahibi oluyor. 
İki tarafta ağlıyor. Biri, güçlü kadrosu ile lige hazır olan, son senelerin şampiyonu Yenimahalle Belediyesini yendiği için, diğeri son dört farklı üstünlüğü koruyamadıkları ve Süper Kupa’yı Ardeşen GSK'ya kaptırdıkları için..
Tam bir hentbol şöleniydi. Her iki takımı da tebrik ediyorum. Ama.. Ama.. Söylemeden, yazmadan edemeyeceğim. Her iki takım kupa töreni için hazırlanırken, Ardeşen kızları sevinçten uçup Yenimahalle’li kızlar bu olanları izlerken Ali İhsan hoca geldi ekrana.
O da ne! Siyah bir tişört giymiş ve tişörtün  üzerinde “No! Sikinti” yazıyor. Gözlerime inanamadım. Maç boyunca heyecanını, isteğini takıma yansıtıp ilk kez çıktığı büyük bir sınavdan başarılı bir şekilde geçen bir hocanın, teknik adamın üzerinde böyle bir yazı gördüğüme inanamadım. "Bu nedir böyle!" dedim.  
Yanlış bir şey mi görüyorum, yanlış birşey mi düşünüyorum acaba! dedim kendi kendime..  Ergin Ataman’ı,  Obradovic’i, Ufuk Sarıca’yı, hatta sahadaki bir oyuncu gibi oyunu coşkulu yaşayan çılgın Guidetti’yi, böyle bir tişörtle hayal etmeye çalıştım.   

"Yok ya! dedim. "Bu insanlar Süper Kupaya böyle bir tişörtle çıkmaz!" dedim. "Mümkün değil!" dedim. Kulüpleri, antrenörleri, hatta Federasyon başkanları izin vermez, kupa töreninde bile olsa “Binlerce kişi bizi, hentbolu seyrediyor. Git üzerindeki tişörtü değiştir! Daha düzgün bir tişört giy ve gel! Sen büyük bir camiayı temsil ediyorsun!” derlerdi, derdim. 
Bakın! Şöyle bir mizahi tişörtle çıksaydı anlardım. Her Beşiktaş galibiyetinden sonra, sosyal medyada dolaşan Bizimkiler dizisindeki Cemil karakterinin camdan bağırarak “Sevim koş! Ardeşen Yenimahalleyi yine yenmiş!” denilse o yazıda onu anlardım ve de çok hoş olurdu. Bir alıntı, bir akıl, bir espri var! derdim ama bu yazıyı hiç anlamadım. Şart mıydı, gerekli miydi böyle bir tişörtle çıkmak! 
Dün bunları, bu güzel hentbolun ve kupanın tadını kaçırmak için yazmadım ama.. Yapmayın arkadaşlar ya! Hentbolu bu kadar ayaklar altına almayın! Sporu, antrenörlüğü, kupa sevincini bu kadar basitleştirmeyin, kalitesizleştirmeyin! Sevinmek, kazanmak, “Ben yaptım!” demek güzel ama bir antrenörün, bir teknik adamın,  bir  duruşu, bir hırsı, bir görünüşü, bir inandırıcılığı, bir güvenirliliği vardır, olması gerekir.
Ali İhsan hocada da bunlar var ki, henüz ilk antrenörlük deneyiminde böylesine  büyük bir  kupayı kazandı ancak yalvarırım yaptığınız herşeyi düşünerek yapın,  giydiğiniz herşeyi düşünerek giyin!  Binlerce kişi sizleri, hentbolu izliyor. Bu fotoğraflar arşivlik fotoğraflar. Yıllar sonra bu fotoğrafa baktığımızda ilk gözümüze çarpan "No! Sikinti!" yazısı olacak. Ne olur yapmayın! Ne olur bundan sonra yapmayın! Lütfen! Süper Kupa kazanan büyük bir takım antrenörünün üzerinde böyle bir tişört olmamalı ya! Keşke Dursun Yaşaroğlu bey gibi "Nerde kalmıştık!" falan deseydiniz! 
Kalite, kalite, kalite derken bunları diyoruz. Bir antrenör her yerde, her şekilde  örnek davranış içinde bulunmalı.. Diğer branşlarda değil de bu tür şeyleri hep hentbolda görmek inanın benim canımı fazlasıyla incitiyor. Ne güzel bir maç seyretmişiz, şart mıydı yani öyle bir tişört giyip ekranlara çıkmak.
Üzülüyorum ve kahroluyorum. Lütfen, lütfen, lütfen! Ne olur birşeyi  herşeyi ile düzgün yapın! Herşeyi ile.. Ne olur! "No! Sikinti!" yazıyor o tişörtte ama hentbolda yeterince sıkıntı var. Bu tür şeylerde bunlardan birisi. Ne olur artık bunlara bir son verin! Ne olur oyuna, hentbola, rakibe saygı gösterin! 

Bu duygularımı bir kenara bırakırsak.. Bu yazdıklarım ötesinde harika bir izledim. Ardeşen GSK ve Yenimahalle Belediyesi mükemmel bir takım kurmuşlar. Dünkü mücadele nefis bir mücadeleydi. Bu sene bu iki takımı seyretmek gerçekten çok hoş olacak. Bu düşüncelerimi belirttikten sonra her iki takıma ve diğer tüm takımlara başarılar dilerim. Umarım her maç son görüntüler hariç, dünkü gibi güzel mücadelelere sahne olur.
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 23:01  No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search