Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi

15 Ağustos 2015 Cumartesi


80’li yılların ilk seneleri.. Altı Eskişehir’li, bir İzmit’li olmak üzere yedi hentbolcu, İstanbul Moda’da Kuzukestane sokakta aynı evde yaşıyoruz.  Kadıköy’ün en güzel yerinde..
Dışarı çıktığınızda hemen köşe başında mis gibi milföy pastası kokuları, biraz sola gittiğinizde Moda’da ki tahta sandalyeli Çay Bahçeleri ve Ali Baba Dondurmacısı, biraz aşağıya gidince Yoğurtçu Parkı,  biraz sağa gittiğinizde de tarihi Süreyya Sineması, Altıyol. 
..ve  balıkçısı, kitapçısı, kafeteryaları ve Baylan Pastanesi ile Kadıköy Çarşısı.. Boğaz’ın altından iyot kokuları akarken, o muhteşem gemiler geçerken, vapurun yanında oturup bir Haydarpaşa’ya, bir Kız Kalesine, bir Çamlıca’ya, bir Dolmabahçe’ye, bir Ortaköy’e, bir Kuleli’ye, bir Rumeli, Bir Anadolu Kavağına bakmak varken, eve girmek istemiyordu insanın canı ama,  biz o eve yedi kişi giriyorduk. Daha sonra Feneryoluna, çok daha büyük bir eve taşınmıştık ama bütün anılarımız dört ranzalı o evde kalmıştı.
Bir yatağın, bir şifonyerin, bir radyonun, bir televizyonun, bir montun, bir tişörtün hepimize yettiği günlerdi. Bir kazağın, bir montun, bir parfümün tek bir sahibi yoktu. Bir gün ben, bir gün başkası kullanırdı. Ben Hale’nin, Hale benim, Sesli, Ayten’in, Ayten Ayfer’in çamaşırını yıkayabiliyordu.
Ne odası, ne banyosu, ne de masası küçüktü. Yemekler kocaman bir tencere ile,  yumurtalı ekmek tepsi büyüklüğünde, çaylar su bardağında içilirdi. Hilmiye hanım teyze veya Hadiye hanım teyzenin görderdiği herşey dört gözle beklenir, herşey beraberce tüketilirdi. Ne Hadiye hanım teyzenin zeytinyağlıları unutulur, ne de Hilmiye hanım teyzenin marmelatları, cevizli çörekleri..
Mis gibi gençlik kokan, dostluk kokan, ev gibi kokan yıllardı.. Giysilerden, eşyalardan, alandan daha büyük yüreklerimiz vardı.
O günlerden bir yılbaşı gecesi.. Belli ki önemli bir maç var ve hepimiz İstanbul’da kalmışız. Hatta Hale, biz İstanbul’da kalıyoruz diye, İzmit’e bile gitmemişti.
O yılbaşı gecesi, bir misafirimiz daha vardı. Güneş gazetesinden Mustafa Kefkef, yılbaşını yedi başarılı hentbolcunun yaşadığı-ki  o dönem o evdeki altı sporcu milli takıma giderdi- bizim evde geçirmek istedi. Bizde memnuniyetle kabul etmiştik. Her maçımızı yazan, her hentbol takımını takip eden, sakalı, gözlüğü, göbeği ve şirinliği ile sevdiğimiz Mustafa bey zaten içimizden birisi gibiydi. Bu günkü spor muhabirlerinden çok uzaktı yani..
O dönemler bana, üzerine resmimi işlediği bir bakır tabak bile hediye etmişti. Daha sonra karardı diye atmıştım. Şimdi kafamı kırıyorum. Umarım Arzu Tüzün atmamıştır. Ona da yaptığını hatırlıyorum.
 O günlerde kaptanımız Ayten, herşey için bize öncülük yapıyordu. Sadece sahada değil, evde de becerikliydi. Yılbaşı masasındaki çoğu şeyde onun eli vardı. Yaptığı mantılar, zeytinyağlı dolmalar bizim yapacağımız şeyler değil, genellikle yiyeceğimiz şeyler olurdu. Saatlerce süren mayonez denemesinde başarılı olduktan sonra mükellef bir sofra hazırlamıştık ve misafirimizi karşılamaya hazırdık.
Akşam saati, şık bir takım elbisesi, elindeki hediyeler ve pasta ile  tam bir beyefendi gibi karşımızdaydı Mustafa Kefkef. Açıkcası, evde olduğumuz için, biz kıyafetimize bu kadar özen göstermemiştik.
Bir Mustafa beyin kıyafetine, birde kendi kıyafetimize bakmıştık. Mustafa beyi, bizler kot ve tişörtle karşılamıştık. Spor terimi ile ilk golü yemiştik yani. Çok mahcup olmuştuk, ama öğrenmiştik.  Özel bir geceye, özel bir misafire, özel bir ilgi gösterilmeliydi.
Tavlalar, fıkralar, tombalalar ve kahkahalardan sonra sıra yemeğe gelmişti. Herşey çok lezizdi. Bir kaşık alan bir kaşık daha, bir tabak alan bir tabak daha, almak istiyordu. Herkesin midesini fazlasıyla yer kapladığını düşünerek tüm yiyecekleri mutfağa götürmüştük.
Bütün bir günümüzü alan bu yiyeceklerin ve sohbetin keyfi ile tam masadan kalkmak üzereydik ki, Mustafa bey bir tabak daha pilav istedi.
Eyvah!.. Masanın başında bir asilzade gibi oturan Mustafa beye, kıyafetlerimize onun kadar gerekli özeni göstermediğimiz için yeterince mahcup olmuştuk, ama şimdi ne yapacaktık. Çünkü biz,  bütün yiyeceklerden bir tepsi hazırlayıp, bize her konuda yardımcı olan apartman görevlisinin dairesine götürmüştük. Tabii tüm pilavı da..
Hepimiz mutfağa koştuk..  “Pilavın olduğunu gördü, adama nasıl yok deriz!”. “Ben yok diyemem!”. “Ben de!” diyemem. “Eee!. Ne yapacağız o zaman!” 
Gittik efendim. Apartman görevlisinin evine gittik ve pilavları varsa, bize biraz önce getirdiğimiz pilavdan vermelerini istedik. Yaptık bunu.. Mustafa beye, “Pilavı biz apartman görevlisine verdik. Pilav kalmadı.” diyemedik, ama verdiğimiz pilavı istemeyi bildik. Evimize, elimizde bir  tabak pilavla geri dönmüştük. Mutfaktan pilav getirmek biraz zaman almıştı ama Mustafa beyin tabağına pilav koymayı başarmıştık.
Çok  mutlu olmuştuk çok..  Yüzlerimiz daha çok gülmeye başlamıştı. Ne  güzel günlermiş..
Hentbol böyle günler, böyle geceler, böyle dostlar ve böyle anılar bıraktı bize..
Hepinizin hayatında hazırladığınız masayı paylaşacak,  onlar için pişirdiğiniz yemekleri yiyecek, onlar için gidip başkasının evinden pilav isteyeceğiniz, kıramayacağınız dostlarınız olsun.
2015,  çok sevdiğiniz bir dost, çok sevdiğiniz bir kitap, çok sevdiğiniz bir yemek, çok sevildiğinizi hissettiğiniz bir an, çok sevdiğiniz “yaşamak” tadında olsun..
Nice yıllara..

Not: Seni rahmetle anıyorum Mustafa Kefkef. Mekanın Cennet Olsun.
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 10:38 in    No comments »

0 yorum:

Yorum Gönder

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search