80’li yılların ilk seneleri.. Altı Eskişehir’li, bir
İzmit’li olmak üzere yedi hentbolcu, İstanbul Moda’da Kuzukestane sokakta aynı
evde yaşıyoruz. Kadıköy’ün en güzel
yerinde..
Dışarı çıktığınızda hemen köşe başında mis gibi milföy
pastası kokuları, biraz sola gittiğinizde Moda’da ki tahta sandalyeli Çay
Bahçeleri ve Ali Baba Dondurmacısı, biraz aşağıya gidince Yoğurtçu Parkı, biraz sağa gittiğinizde de tarihi Süreyya
Sineması, Altıyol.
..ve balıkçısı,
kitapçısı, kafeteryaları ve Baylan Pastanesi ile Kadıköy Çarşısı.. Boğaz’ın
altından iyot kokuları akarken, o muhteşem gemiler geçerken, vapurun yanında
oturup bir Haydarpaşa’ya, bir Kız Kalesine, bir Çamlıca’ya, bir Dolmabahçe’ye,
bir Ortaköy’e, bir Kuleli’ye, bir Rumeli, Bir Anadolu Kavağına bakmak varken, eve
girmek istemiyordu insanın canı ama, biz
o eve yedi kişi giriyorduk. Daha sonra Feneryoluna, çok daha büyük bir eve
taşınmıştık ama bütün anılarımız dört ranzalı o evde kalmıştı.
Bir yatağın, bir şifonyerin, bir radyonun, bir televizyonun,
bir montun, bir tişörtün hepimize yettiği günlerdi. Bir kazağın, bir montun, bir
parfümün tek bir sahibi yoktu. Bir gün ben, bir gün başkası kullanırdı. Ben
Hale’nin, Hale benim, Sesli, Ayten’in, Ayten Ayfer’in çamaşırını
yıkayabiliyordu.
Ne odası, ne banyosu, ne de masası küçüktü. Yemekler kocaman
bir tencere ile, yumurtalı ekmek tepsi
büyüklüğünde, çaylar su bardağında içilirdi. Hilmiye hanım teyze veya Hadiye
hanım teyzenin görderdiği herşey dört gözle beklenir, herşey beraberce
tüketilirdi. Ne Hadiye hanım teyzenin zeytinyağlıları unutulur, ne de Hilmiye
hanım teyzenin marmelatları, cevizli çörekleri..
Mis gibi gençlik kokan, dostluk kokan, ev gibi kokan
yıllardı.. Giysilerden, eşyalardan, alandan daha büyük yüreklerimiz vardı.
O günlerden bir yılbaşı gecesi.. Belli ki önemli bir maç var
ve hepimiz İstanbul’da kalmışız. Hatta Hale, biz İstanbul’da kalıyoruz diye,
İzmit’e bile gitmemişti.
O yılbaşı gecesi, bir misafirimiz daha vardı. Güneş gazetesinden
Mustafa Kefkef, yılbaşını yedi başarılı hentbolcunun yaşadığı-ki o dönem o evdeki altı sporcu milli takıma
giderdi- bizim evde geçirmek istedi. Bizde memnuniyetle kabul etmiştik. Her
maçımızı yazan, her hentbol takımını takip eden, sakalı, gözlüğü, göbeği ve
şirinliği ile sevdiğimiz Mustafa bey zaten içimizden birisi gibiydi. Bu günkü
spor muhabirlerinden çok uzaktı yani..
O dönemler bana, üzerine resmimi işlediği bir bakır tabak bile
hediye etmişti. Daha sonra karardı diye atmıştım. Şimdi kafamı kırıyorum.
Umarım Arzu Tüzün atmamıştır. Ona da yaptığını hatırlıyorum.
O günlerde kaptanımız
Ayten, herşey için bize öncülük yapıyordu. Sadece sahada değil, evde de
becerikliydi. Yılbaşı masasındaki çoğu şeyde onun eli vardı. Yaptığı mantılar,
zeytinyağlı dolmalar bizim yapacağımız şeyler değil, genellikle yiyeceğimiz
şeyler olurdu. Saatlerce süren mayonez denemesinde başarılı olduktan sonra
mükellef bir sofra hazırlamıştık ve misafirimizi karşılamaya hazırdık.
Akşam saati, şık bir takım elbisesi, elindeki hediyeler ve
pasta ile tam bir beyefendi gibi
karşımızdaydı Mustafa Kefkef. Açıkcası, evde olduğumuz için, biz kıyafetimize
bu kadar özen göstermemiştik.
Bir Mustafa beyin kıyafetine, birde kendi kıyafetimize
bakmıştık. Mustafa beyi, bizler kot ve tişörtle karşılamıştık. Spor terimi ile
ilk golü yemiştik yani. Çok mahcup olmuştuk, ama öğrenmiştik. Özel bir geceye, özel bir misafire, özel bir
ilgi gösterilmeliydi.
Tavlalar, fıkralar, tombalalar ve kahkahalardan sonra sıra
yemeğe gelmişti. Herşey çok lezizdi. Bir kaşık alan bir kaşık daha, bir tabak
alan bir tabak daha, almak istiyordu. Herkesin midesini fazlasıyla yer
kapladığını düşünerek tüm yiyecekleri mutfağa götürmüştük.
Bütün bir günümüzü alan bu yiyeceklerin ve sohbetin keyfi
ile tam masadan kalkmak üzereydik ki, Mustafa bey bir tabak daha pilav istedi.
Eyvah!.. Masanın başında bir asilzade gibi oturan Mustafa
beye, kıyafetlerimize onun kadar gerekli özeni göstermediğimiz için yeterince
mahcup olmuştuk, ama şimdi ne yapacaktık. Çünkü biz, bütün yiyeceklerden bir tepsi hazırlayıp, bize
her konuda yardımcı olan apartman görevlisinin dairesine götürmüştük. Tabii tüm
pilavı da..
Hepimiz mutfağa koştuk..
“Pilavın olduğunu gördü, adama nasıl yok deriz!”. “Ben yok diyemem!”.
“Ben de!” diyemem. “Eee!. Ne yapacağız o zaman!”
Gittik efendim. Apartman görevlisinin evine gittik ve
pilavları varsa, bize biraz önce getirdiğimiz pilavdan vermelerini istedik.
Yaptık bunu.. Mustafa beye, “Pilavı biz apartman görevlisine verdik. Pilav
kalmadı.” diyemedik, ama verdiğimiz pilavı istemeyi bildik. Evimize, elimizde
bir tabak pilavla geri dönmüştük.
Mutfaktan pilav getirmek biraz zaman almıştı ama Mustafa beyin tabağına pilav
koymayı başarmıştık.
Çok mutlu olmuştuk
çok.. Yüzlerimiz daha çok gülmeye başlamıştı.
Ne güzel günlermiş..
Hentbol böyle günler, böyle geceler, böyle dostlar ve böyle
anılar bıraktı bize..
Hepinizin hayatında hazırladığınız masayı paylaşacak, onlar için pişirdiğiniz yemekleri yiyecek,
onlar için gidip başkasının evinden pilav isteyeceğiniz, kıramayacağınız
dostlarınız olsun.
2015, çok sevdiğiniz
bir dost, çok sevdiğiniz bir kitap, çok sevdiğiniz bir yemek, çok sevildiğinizi
hissettiğiniz bir an, çok sevdiğiniz “yaşamak” tadında olsun..
Nice yıllara..
Not: Seni rahmetle anıyorum Mustafa Kefkef. Mekanın Cennet
Olsun.
0 yorum:
Yorum Gönder