Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi

23 Kasım 2015 Pazartesi



“Nerdesin Zeki ya! Nerdesin!
Saat kaç oldu! Nerdesin be yavrucuğum! Hani bugün gecikmeyecektin! Hani bugün erken gelecektin ya! Yine bir cinayete, yine bir cinnete, yine bir illete mi rastladın gece gece!”
Ne zormuş Komiser eşi olmak.. Hep merak, hep endişe, hep korku.. Telefona, kapıya rahat bakamaz, haberleri rahat dinleyemezsin.
Offfff of! Bu ne böyle ya! Böyle hayat mı olur.
Halbuki çok dediydim ben ona; “Bırak şu “Amirlik, mamirlik” işlerini Zeki.. Gel gidelim Ankara’ya.. Tamam sen çalışkansın, dürüstsün, yaptığı işi doğru yaparsın ama gel bunları hentbolda yap. Sen hentbolcusun. Bak seni anan tam hentbol için yaratmış” diye..
Ama o ne yaptı!
”Yok kızım, hentbola yıllarca emek versen bile, hentbolda yaptıkların görünmez, bilinmez. Ama bak burada Celil var, İrfan var. Seni unutmayan, senin canını kurtarmak için hayatını tehlikeye atan insanlar var.” dedi.
“Yapma Zeki, birde beni düşün. Sabah akşam senin iyi olup olmadığını, başını birşey gelip gelmediğini düşüneceğim. Bak bu gidişle sağlığımdan olacağım.”dedim. “Hem Polis olmayı çok istiyorsan git, Polis Akademisinin Hentbol takımı var. Orada oyna.”
Ama o ne dedi!
“İyi işte!  Bak bu şekilde polislerin ve polis eşlerinin ne çektiğinide anlamış olursun.” dedi. Bir de Allahaşkına Zeynur, bari bu sen söyleme! Sen değil misin gece gündüz hentbolu düşünen! Bu çok mu sağlıklı sanki!”dedi.
Bir şey diyemedim. “Tamam o zaman” dedim. Ama hep zamanında geleceksin, beni merakta bırakmayacaksın, her gittiğin yerden telefon edeceksin, tamam mı!”dedim.
Hep zamanında geldi, he telefon etti, beni hiç merakta bırakmadı.
Taaa o geceye kadar.. O gece hiç aramadı.
RAL Hastanesinin, Deccal ve Japon’un vurulduğu, gökyüzüne silahların, alevlerin yükseldiği gece hiç, ama hiç aramadı. 


Bekle Allah bekle! Ara Allah ara! Yok! Yok! Yok! Gençlik Park yarıldı da Zeki içine girdi sanki! Abdi İpekçi Parkındaki “Eller” kaptı götürdü sanki Zeki’yi..
Yattım, kalktım. Yattım kalktım. Yattım, kalktım. Üç kez yaptım bunu.  Uyuyamıyordum. Vereceğim haberin heyecanı ve sevinci değil, artık sıkıntıdan uyku tutmuyordu beni.. Dizlerimi karnıma çekiyorum, kollarımı bacaklarıma doluyorum, beşik gibi sallanıyorum, ofluyorum, pofluyorum yine de olmuyor.
Gelmiyor, gelmiyor! Gelince sormazsam ona! Hani benden çok korkuyordu. Korkan adam saatlerce bekletir mi karısını..
Zeki bari bu gece bekletme! Bu gece özel bir gece.. Bu gece çok “Doruk’ta bir gece.. Bir çocuğumuz olacak Zeki. Bunu bilmen lazım. Ne olur fazla bekletme! Hadi yavrucuğum. Çık gel artık! 
Hem ne güzel giyinmişim, süslenmişim. Bir düğün günü, bir bugün bu kadar güzelleşmişim. O gece Ankara’da gökyüzüne yükselen kırmızı ışıklar gibiyim ben de..  Alev alev..
Gel artık Zeki  gel! Sana söyleyeceğim çok güzel şeyler var. Bak dokuz ay on gün sonra bir bebeğimiz olacak diyecem. “Kız olursa Gizem, erkek olursa Doruk koyalım” diyordun ya!  Artık koyabiliriz diyecem.
Gel artık Zeki ya, gel ne olursun!
Komiser eşi olmak ne kadar zormuş. Ben dedim sana Zeki .. “Gel hentbol oyna. Her yere beraber gider, beraber geliriz. Ne ben seni, ne sen beni merak ederiz” diye..
Ama dinleyen kim! Ama sözüm söz.. Bu geceyi bir atlatalım, bu haberi bir vereyim. Dokuz ay on gün bir geçsin, dokuz yıl on gün bir geçsin. Sözüm söz. Oğlumuz olursa hentbol oynatacağım. Ne o öyle.. Hep merak, hep merak.. Nereye kadar.


Yok bu böyle olmayacak! E be  Allahın kulu, bir telefon et bari ya! Bu kız beni merak etmiştir, bu kız şimdi giyinmiştir-süslenmiştir beni bekliyordur -yok onu dememiştir- uyumamıştır diye bir telefon et ya!
Amannnn niye bekliyorum ki! Git yat kızım. Bunun geleceği yok. Ama duuuuur. O beni burada saatlerce merakta bırakırken iyiydi. Ben ona bir mektup yazayım da gelince okusun bakalım. Bir kadın nasıl ıstırap çekiyormuş görsün bakalım. Görsün de aynı ıstırabı da o çeksin bakalım. Var mı öyle evliliklerde tek taraflı ıstırap.. Anca beraber ıstırapça beraber, değil mi!
                Canım
                Kızdığım kişiye niye “canım” diyerek başlıyorsam.. Ben kızdığımda “Zeki” derim.
Gece yarısına kadar bekledim. Ne geldin, ne bir telefon ettin. Bu gece bizim için çok özel, çok güzel bir gece olacaktı. Ama sen bu geceyi mahvettin. Sana söyleyeceğim şeyi asla bilemeyeceksin. Beni sakın arama. Ben Yüksek Hızlı Trene binip Eskişehir’e, annemlere gidiyorum ve bir daha gelmeyeceğim. Sen ise bu gece sana söylemek istediklerimi;  yıllar sonra Kızılay’da elinde spor çantası, kara kaş, kara gözüyle sana  tıpatıp benzeyen ve sana  hentbol oynadığını söyleyen bir çocuğa  çarptığında  anlayacaksın. Beni bir daha arama komiser Zeki.
İyi ol canım. Niye hala “canım” diyorum anlamadım ki!
Hep iyi kal. Hala “iyi”olmasını istiyorum. Eee ne de olsa çocuğumun babası..
Zeynur

Utanmadan bir de gülüyorum yazdıklarıma.. Gülme Zeynur gülme! Ya da şimdi gülde, telefon açıp, “Zeynurcum geciktim, bir  daha olmayacak, bizim işi biliyorsun, işim uzadı” gibi sözlerine, özür dilemelere sakın kanma sakın..
Git Zeynur üzerini değiştir. Günlük temizlikte kullandığın pijamaları giy.. Saçlarını dağıt, suratını as, hiç konuşma.. Görsün bakalım ıstırap nasıl çekiliyormuş. Bir  kadını bekletmek nasıl birşeymiş görsün bakalım.
Onun havası ancak karakoldakilere geçer burada ben..” derken sehpanın üzerindeki telefon sağa sola titremeye başladı. “Canım arıyor” yazıyor. Bu geceden sonra buraya “canım çok geç arıyor” yazıcam.
“Zeki”..
Demiştim, kızınca “canım” demem, “Zeki” derim diye..
“Siz Zeki’nin hanımıydınız değil mi?” “Bu geceden sonra değil” diyeceğim ama diyemiyorum.
Siz kimsiniz?
“Bi abisi.. Celil ben.”
Zekiye  birşey mi oldu?
“Yok yok sadece..”
Zeki’ye bir şey mi oldu? Çabuk söyleyin.
“Yok yenge, yok. Kendisi Ankara Tıp Hast..”
Zeki öldü mü yoksa?
“Yengeeee… Sen kendini hikayeye fazla kaptırmışsın galiba. Komiserim gayet iyi.”
Ölüm, ameliyat, Deccal’in kalbi, sağ kaşın düşüşü, bakışlar, duruşlar falan.. Ne bileyim korktum biraz..
“Yok yenge yok! Kitap bitti sadece kitappp..”

Ne dediğimi anlamadınız değil mi? Ne dediğimi anlamadıysanız o zaman siz hala;
                             1-Sezgin Kaymaz’ı tanımıyorsunuz,
              2- Sezgin Kaymaz’ın son kitabı, Son Şura kitabını  okumadınız,
         3-Ankara'yı, Deccal’in kim olduğunu bilmiyorsunuz,
         4-Gerçek Komiseri, karısını ve çocuğunu tanımıyorsunuz, 
              5-Hatta, Sezgin Kaymaz, Zeki, Zeynur ve Doruk'un hentbol oynadığını hiç bilmiyorsunuz demektir. 
 

“Son Şura” kitabını  Sezgin Kaymaz  yazdı ama içinde Sezgin Kaymaz adından daha çok  Zeki ve Zeynur vardı. Sonsuz teşekkürler hocam. Bu kitap,  aldığımız madalyalar, kupalar kadar daha değerli bizim için.. Bu kitap bu nedenle bunların arasında yer alacak bundan sonra..
Kitaptaki Zeki'ye verdiğiniz hayat gibi hayat verdiniz bize hocam. Sağolun, varolun.
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 10:12 in    No comments »

0 yorum:

Yorum Gönder

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search