Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi

17 Kasım 2015 Salı




Bir iki yıl öncesine kadar, muhteşem koşardım. Sabah uyanıp ağzıma küçük bir parça çikolata atıp dışarı çıkmak, kolları uzatıp pectoralisleri açmak, ciğerleri temiz havayla doldurmak, trapezius ve deltoidleri hafifçe yoklayıp,  quadriceps ve hamstringleri  munis bir şekilde esnetip adımları hızlandırmak; dağ  tepe, gece gündüz, yaz kış demeden, toksinlerden arınasıya, yorgunluktan, hamlıktan, uyuşukluktan kurtulasıya kadar koşmak,  müthiş bir keyif verirdi bana..
İstanbul’da oynadığım yıllarda, Abraham Paşa Korusu, Yoğurtçu Parkı, Belgrad Ormanları ve her iki yakanın her iki sahilinde; Ankara’da da  Atatürk ve Öğretmenler  günü gibi koşularında koşmuşluğum vardır. Yazın Çanakkale’de Dardanelspor’un  sezon öncesi  düzenlediği  Halk Koşularına katılmışlığım ve üç kez birincilik kürsüsüne çıkmışlığım vardır.
Ancak şimdi, bana 18 yaşında olmadığımı hatırlatan bir bedenim  ve  hentbolcu olduğumu hiç unutturmayan bir dizim var. Ufukta  bana bir operasyon görünüyor ama bu problem benim koşmamı engellese de, yürümemi  engellemiyor.  Bugünlerde aksatmadan her gün yürümeye çalışıyorum.
İstanbul  Maratonunda  yürümeyi de bu nedenle istedim. Ancak asıl nedenim başkaydı. Gençliğimin  ve hentbol yıllarımın geçtiği İstanbul  ve  hentbol  için.. Anılarımın olduğu kentte olmak, anılarıma yukarıdan bakmak için.. 


Antrenman yaptığımız Kuleli Askeri Lisesine, antrenmana giderken ve dönerken uğradığımız Çengelköy manavlara,  köprünün Anadolu yakasının hemen altındaki Spor Salonuna, Dost Lisesine giderken dolmuştaki  son adres olan Tarabya’ya, teknesine bize alarak bize tekne ve deniz kültürünü öğreten tanıdığım en büyük insan ve spor adamı olan  Şahin Köktürk’ün yaşadığı  Beykoz tarafına,  bir zamanlar gelen yabancı takımlarla banket gecelerinde buluştuğumuz  Divan Oteli yönüne, menisküs ameliyatı olduktan sonra  bir süre topallayarak gittiğim Beşiktaş Jimnastik Kulübüne, Akaretler Yokuşuna  ve tabii ki bana bu süreçte çok yardımcı olan masör  Necati Yücel’e, resim kursu için gittiğim Teşvikiye’de ki  İstasyon Sanat Merkezine, şimdi Futbol Federasyonuna ait olan Beylerbeyi Spor Tesislerinde kaldığımız ranzalara, şöyle bir yukarıdan bakmak istedim.
ENKA Spor Külübünde oynadığım yıllarda erken saatlerdeki antrenman için uykulu gözlerle, direksiyonda antrenörümüz Kenan Öner, bir yanımda yanımda Ayşe Sesli, bir yanımda Selahattin Çıplak ile sessiz sedasız geçtiğim bu köprüden bu kez, tüm bunları düşünerek, tüm bunlara bakarak daha fazla anı, daha fazla insanla birlikte olmak, birlikte geçmek istedim.
Geçtim, yürüdüm. Hatta daha iyi görmek için köprünün üzerinde  her iki yönü ayıran demirlere bile çıktım.  Açtım kollarımı ve; Çamlıca’da içtiğimiz salepleri, Moda’da ki milföylü pastayı, Ali Baba dondurmalarını,  Beyoğlundaki  İnci Pastanesini, Kadıköy’ de ki kokoreçci  Mercan’ı ve ENKA’lı  yıllarda neredeyse  her akşam evlerine konuk olduğum, kalecimiz Mine Öğretmen’in annesinin yemeklerini  gördüm.
Bir anda hepsinin tadını ağzımda, içimde, yüreğimde  hissettim.  Bu anılar için seviyorum  İstanbul’u, hentbolu..
Orhan Veli’nin dediği gibi;
Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç
 


O gün orada olmayı başka  bir nedenle daha çok istedim. Planımızda,  İstanbul Maratonundan sonra Kitap Fuarını ziyaret etmek ve çok sevdiğimiz  insan ve yazar Sezgin Kaymaz’la birlikte olmak vardı. “Son Şura” kitabındaki kahramanlara bizlerin, eşim, ben ve Doruk’un isimlerini veren nam-ı  diğer İrfan Veysel’le buluşmak vardı.
Ama İstanbul’da plan yapılmayacağını bir kez daha öğrendik. Birçok yerde ulaşım kapatılmıştı. Maratonun bittiği yer  farklı, kaldığımız yer farklıydı. Kitap fuarı farklı kıtada, gideceğimiz havalimanı farklı kıtadaydı. Önce eşimi, sonra eşyalarımızı, sonra Taksim için fünikeleri,  sonra taksi bulmamız gerekiyordu. Sonra Büyükçekmece,  sonra 4. Levend, sonra Sabiha Gökçen Havaalanına gitmemiz gerekiyordu.. Bir yere gitmek, diğer yere gecikmek demekti.
Sezgin Hocam, köprüyü sırt çantamdaki “Son Şura”  kitabınızla birlikte geçtim ama sizinle buluşturamadım. Kusura bakmayın.  Kitap Fuarına yetişebilirdik ama sohbet edecek zamanımız olmazdı.  o zamanda kitap hakkında konuşamazdık. Neden komiser ben olmadım da, Zeki oldu, soramazdım. Komiser Zeki benden niye bu kadar korkuyordu tam olarak anlamaz, anlatamazdım. Çok üzgünüm. Dört  gözle sizi Ankara’ya bekliyorum.  Hem ben burada sizi daha iyi ağırlarım, yemekler yapar,  börekler açarım. Çabuk gelin, yoksa kitaptaki komiser Zeki’ye söylerim. 



İstanbul’da, 80’li yıllara ait fazla resmim yoktur ama anım çoktur. Bu anılarımı hatırlatan, bu anılarımda yer alan;  her iki yakayı, her iki kıtayı, her insanı, her rengi, her yaşı buluşturan,  birleştiren Vodafone İstanbul Maratonunu düzenleyen herkese;  benim Halk Yürüyüşüne kaydımı yapan,  yürüyüş öncesi,  esnası ve sonrasında benimle birlikte olan arkadaşım Uğuray Öçalan’a sonsuz teşekkürler...
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 00:50 in    No comments »

0 yorum:

Yorum Gönder

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search