Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi

22 Mayıs 2014 Perşembe


Sonucunda büyük bir ödül ya da birincilik…
İki takım kuruluyor. Biri diğerinden çok farklı, çünkü hepsi ünlü hatta bazıları çok ünlü, Avrupa da bile. Diğeri ünsüz, kimse onları tanımıyor, onlarda birbirlerini. Aynı ortamda, eşit ama zor şartlarda yaşayacak, yarışacaklar. Her iki takımın amacı da aynı;  yarışmanın sonunu görebilmek  ve birinci olmak.
Tabii bunun için ön hazırlıkların iyi yapılmış olması gerekir, çünkü bu uzun bir yolculuk ve neyle karşılaşacağını bilmiyorsun. Kimi  zaman yaşam şartlarıyla, kimi zaman kendi takım arkadaşınla, kimi zamanda rakip takımla mücadele etmen gerekiyor. Bunun içinde yeterli beceriye, dirence, güce, hırsa sahip olunmalı. Yarışmacılar çok heyecanlı. Bir an önce yarışmanın başlamasını istiyorlar ve tabii seyirci de…
İlk günler, her işte olduğu gibi çok güzel geçiyor. Sözler dikkatli, davranışlar temkinli,  yardımlaşma dayanışma had safhada.  Senin onlara onlarında sana ihtiyacı var.
Yarışmalar başlıyor. Beş, yedi ya da onuncu oyunu kazanan takım,  yarışmayı yani büyük ödülü kazanıyor. Yarışmaların sonucunda alınacak puanlar zaman zaman ferdi, zaman zaman da takımın göstereceği performansa bağlı. Yarışma alanında müsabaka esnasında çevrede -rakip takım dışında- sadece görevliler mevcut.  Başlangıçta kazanıyorsun kazandıkça keyifleniyorsun. Ama her şey ilk günkü gibi iyi gitmiyor ve kazanan hep sen olmuyorsun.  Bazen de diğer takım kazanıyor. Hatta hep kazanmaya başlıyor. Yeniliyorsun. Yenildikçe takım içinde huzursuzluklar, anlaşmazlıklar çıkıyor, kavgalar başlıyor. Saha içinde olması ve kalması gereken mücadele, sportmenlik anlayışı saha dışına çıkıyor. Ancak  farklı şekilde. 
Yalnız unutulan bir şey var.  Kameralar her şeyi seyirciye sunuyor  -yarışma anında ya da dışında- söylenilen  her söz duyuluyor,  yapılan her hareket - iyi ya da kötü- görülüyor,  herkes her şeyi biliyor, tanıyor, öğreniyor ve yorumlar yapıyor. O nedenle yapılan her harekette çok dikkatli olunmalı. Sarf edilen kötü sözler de, sportmenlik dışı ve ekip ruhuna uymayan davranışlar da. Seyircilerin bazıları hayranı olduğu, desteklediği bir sporcuyu ya da takımı izlemek için, bazıları bu oyuna  tamamen gönül verdikleri,  sevdikleri  için,  bazıları ise sadece seyrettiği oyundan keyif almak adına televizyon karşısına geçiyorlar. Bu insanların tek ya da tüm beklentileri  o  zor şartlarda,  o yaşam koşullarıyla baş etmen ve  yarışmalarda,  sporun tüm güzelliklerini oyuna yansıtarak, bütün gücünle -ne kadar gücün kaldıysa-  mücadele etmen. Çünkü seyirci güzel şeyler görmek istiyor.  Bunu göremeyen, bulamayan ve beğenmeyen bir seyirci başka televizyon kanalına,  başka oyuna yöneliyor ve işte asıl o zaman maç kaybediliyor,  işte o zaman seyirci finali bile izlemek istemiyor.
Bir hentbol takımından ve hentbol maçından bahsetmiyorum. Ben Acun Ilıcalı’nın Survivor yarışmasından bahsediyorum. Orada verilen mücadeleden bahsediyorum. Her türlü zeminde – sulu, çamurlu, kaygan, kum-  verilen mücadeleden; aç kalmamak için, hayatta kalmak için verilen  mücadeleden; anlaşamayan, ama yarışma esnasında her şeyi unutup bir bütün olan, bir takım olan insanların verdikleri mücadeleden bahsediyorum. Kazanılan yarışmalar sonrasında gülen yüzlerden, kaybedilen yarışmalar sonrasında yenilginin nedeni olarak hakemin gösterilmemesinden  bahsediyorum. Sevdiklerinden uzakta, üç ay boyunca bu mücadeleyi sürdürmek ve mümkün olduğu kadar uzun süre bu adada kalmak için nasıl mücadele ettiklerinden bahsediyorum.
Hangi antrenörün ne zaman  ve nerede söylediğini hiç hatırlamıyorum ama cümleyi çok net hatırlıyorum “Bir takıma nasıl maç kazanılacağını öğretmeden önce,  mücadele  etmeyi öğretmelisiniz” demişti.
Mücadele etmek sadece maç saatinde orada bulunup atmış dakika sahada görünmek değil, mücadele etmek demek;  aynı Survivor daki gibi maç saati dışında da birlikte zaman geçirmek, yemek yemek, ekstra antrenman yapmak, takım üyelerinin zor zamanlarında yanlarında olmak demek. Modern hentbol anlayışı içinde tıpkı Almanya, İspanya, Macaristan ve hatta Slovenya gibi,  bir final müsabakası oynuyormuşçasına, ısınma devresinden itibaren performansını sürekli  yükselterek, omuz omuza  savaşarak, yan yana değil, çoğu zaman daha önde koşarak, sadece bir devre değil, maç sonlanıncaya kadar bu şekilde  devam ettirmek demek. O zaman kalecilerde tribünlere giden topu  almak için kendileri tribünlere çıkmayacak, o topu bir seyircinin elinden alacaktır. O zaman seyirci, madalya töreninde yaşananları, salondaki pankartları veya hakemleri protesto ederek madalya almayan kulüp ve sporcularını değil, sahadaki mücadeleyi seyredecek ve konuşacaktır. Bazı maçlarda sporcuların bir gram bile terlemediklerini gördüğüm zaman içimden hep şu geçiyor  “Acun bizi Panamaya götür”.


Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 21:27  No comments »

0 yorum:

Yorum Gönder

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search