Bir kitap okudum,
yaklaşık bir haftadır kafam da bu dönüp duruyor. Stefan Klein’ın "Yaşamın
Hammaddesi Zaman" isimli kitabı. Sizlere kitaptan bazı bölümleri
alıntılayacağım. Daha sonra da bazı sorular soracağım ancak cevaplarını siz
kendi kendinize vereceksiniz. Ve bunun için de kendi yaşamınızı, kararlarınızı,
yaşam tercihlerinizi belki de tamamen sorgulayacaksınız. Çünkü bu konuda çok
kesin bilgiye sahip olduğumu düşünmüyorum ve bu konuda da yorum yapabilecek bir
konumda değilim. Sadece, ben de kendi geçmiş sporculuk deneyimlerimi ve
gözlemlerimi sorguladım. Aşağıda yaptığım alıntıları sizlerle paylaşıyorum:
“Öyle anlar vardır ki, bu anlarda zamanın yasaları
artık geçerli değil gibidir. Bunlara büyülü anlar deriz. Bir dağın zirvesinden
manzaraya bakarken ya da okyanus dalgalarının kıyıya vuruşunu seyrederken, bir
şeyler yaratmanın esrikliği içindeyken ya da aşk ateşiyle kavrulurken; işte
böyle anlarda artık plan, kaygı ve bellek önemini yitirir. Zaman durmuştur. O an,
olmuş ve olacak her şeyi kapsıyordur.
Bazen, eski dostlarla geçirilen neşeli bir akşam ya da
insanın kendini kaptırdığı bir iş bile yeterlidir; ardından saatler birer
dakika gibi akıp geçer. Ancak bir an gelir ki zaman kaçınılmaz bir biçimde bilince
geri döner. Sarhoşluk uykusundan uyanmak gibidir bu. Sonra gözler saate
takılır. Bu aletin üzerimizdeki çekimini böyle acıyla hissettiğimiz anlar
enderdir. Günümüz toplumunda hiç kimse saatlerden kaçamaz. Saatler her
yerdedir. Bütün yaşam onlara göre düzenleniyor. Kendimizi bir girdaba kapılmış
gibi hissediyoruz ve sürüklenmekten korkuyoruz. Ancak acelemizin bir ödülü yok.
Tam da en aceleyle yaşanan günler, anılarda en az iz bırakanlar oluyor.
Amerikalı mucit ve devlet adamı Benjamin Franklin,
“zaman yaşamın hammaddesidir” diye yazmıştı. Peki, yaşamımızın zamanı,
saatlerin gösterdiği zamanla gerçekten aynı mı? Kimi saatler hızla ilerler,
kimileri ise hiçbir şeyden etkilenmeden her zamanki gibi turunu tamamlamıştır.
Sanki saatlerin ilerleyişi, başka ikinci bir zamanla, içimizde oluşan bir
zamanla iç içe geçmiştir.
İç zaman kendi gizemli yasalarına itaat eder. Peki,
neden tam da sıkıntılı durumlar uzayıp gider de, mutluluk anları çabucak
geçiverir? Neden insan tam da en güzel saatlerde kendini kaybeder? Neden biz
yaşlandıkça yaşam da daha hızlı akıp gider? Bu sorun sadece ayrıntılı
takvimlerle ve görev listeleriyle çözülecek gibi değildir. Çünkü bunlar sadece
saatlerin dış zamanını içerirler. Oysa koşturmaca duygusu bilinçle ortaya
çıkar; bilinç de iç zamana göre yönlenir. Demek ki iç saatle iyi geçinebilmek
için onun yasalarını anlamak gerekir. Kişisel günlük ritmimizi incelediğimizde,
iç zamanla dış zaman arasındaki farklar göze çarpar. Organizmanın kendini gün
boyunca nasıl yönettiği yalnızca kol saatinin ölçüsüyle açıklanamaz.
Her sabah yataktan çıkıp güne başlamak kimileri için
bir eziyettir, bazılarıysa aynı saatte kendini enerji dolu hissederler. Saatin
gösterdiği zaman, güneş ışığı ya da kahve ölçeği herkes için aynıdır. Demek ki
bu zıtlık bizim içimizde yer alıyor olmalı. Peki, neden bazı çağdaşlarımız
durup dinlenmeksizin, bir randevudan diğerine koşarken hiç zorlanmadıkları
halde, bazıları da gün içindeki bir iki işi bile oflaya puflaya yapıyorlar? İnsanların
çoğu için zaman, bir biçimde, onların dışında akıyordur. Zamanın onlarla bir
ilgisi yoktur. Zaman basitçe vardır (ya da yoktur) ve onların da zaman uyum
sağlamaları gerekiyordur. Bedenimizde mükemmel ayarlanmış ama bizim
okuyamadığımız bir zaman ölçüm aleti neden vardır?
Organizmadaki birçok olay bilincin dışında
gerçekleşir. Bedenin ve bilincin zaman ölçülerinde durum aynıdır. Zamanın
içinde yönümüzü bulabilmek için birden fazla ölçütü gereksinir ve kullanırız.
Bir anı yaşamamız saniyelerimizi alır. Buna karşılık organizmanın kendini
gündüze ve geceye ayarlaması için en azından 24 saat boyunca çalışan bir saate
ihtiyacı vardır. Bedenin ve bilincin saatleri tamamen farklı biçimlerde ölçer.
Beden saatini otomatik olarak saptar. Uyandıktan 16 saat sonra, işimize gelsin
ya da gelmesin, yoruluruz. Bedenin ölçütü sabittir.
Buna karşılık iç zaman bilincin o sırada neyle meşgul
olduğuna bağlıdır. İç zamanı yaşamak, beynin son derece karmaşık bir
başarımıdır. Her şeyden önce iç zamanın ölçütünü öğreniriz. Bir saat ne kadar
sürer? Bu soruyu ancak bu zaman aralığını yaşantılıma üzerinden ölçerek
yanıtlayabiliriz. Bir otobüsü beklediğimiz bir saat bize sonsuz gibi gelir ama
bir doktorun bekleme odasında geçirdiğimiz bir saat kabul edilebilirlik
sınırındadır.
İnsanlar gece ve gündüz ritmine doğuştan programlanmışlardır,
ancak gündelik yaşamda dakikalara ve saatlere göre hareket ederiz. Bir sabah
insanı mı yoksa akşam insanı mı olduğunuz, tatil günlerinde anlaşılır. Hafta
sonunda çalar saat zırlamadığı halde bazı insanlar yataktan yine de yataktan
keyifle kalkarlar. Kimileri de kafalarını bir kez daha yastığın altına
sokarlar. Bir istisna olarak, sabahın köründe uykuları bölünmediği için
rahatlamışlardır, öğlen vakti kahvaltı edecekleri için sevinirler.
Doğal farklar çok büyüktür. Sizin hangi türden bir insan
olduğunuz, iç saatinizin hangi tempoya göre çalıştığına bağlıdır. İç saate
karşı yaşamanın insanların verimliğinden ne kadar çok çaldığını her okulda
gözlemlemek mümkündür. Sabahları kızlar ve oğlanlar sıralarda uyuklarken, ilk
ders saatleri büyük ölçüde onların üzerinde etkili olmadan akıp geçer. Küçük
çocuklar erkenden anne babalarını yataktan kaldırırken, ergenlik yıllarında
ritim hep geriye doğru kayar.
Amerika’nın Minneapolis şehrinde bilim insanları
yeniyetmelerin alışkanlıklarının biyolojik temelli olduğuna ebeveynleri,
politikacıları ve öğretmenleri ikna etmeyi başardılar. Okulun saati bir saat
kaydırılıp 08.40 yapıldı, hatta bazı ortaokullarda 09.40’a kaydırıldı.
Öğrencilerin verimlilikleri gerçekten arttı: Ortalama yaklaşık olarak bir
kademe daha iyi notlar aldılar. Amerika’nın başka şehirlerinde yapılan benzer
denemelerde, öğrencilerin aldığı hastalık izinleri de azaldı.”
Eğitim açısından
bakıldığında böyle bir denemeden çıkan olumlu sonuç düşünüldüğünde, neden
farklı konular için de değerlendirilip, yorumlanmasın? Bu konuda daha farklı
yaklaşımları (şehir-köy, yaşlı-genç,
kadın-erkek, kültürel farklar vb.) aşağıda adresini verdiğim tezin 75.
Sayfasından itibaren okuyabilirsiniz.
(Recai Yahyaoğlu,
(2013) Yaşlanma ve Zaman Algısı Yüksek Lisans Tezi
Zamanla ilgili bu
bilgiler ışığında ben de bazı yorumlarda bulundum. Kendimce üzerinde düşünüp
acaba diye sorular sordum. Burada sizlere sportif açıdan bazı sorular sormak ve
bunlar üzerinde düşünmenizi sağlamak istiyorum. Yukarıda kısaca aktardığım
veriler çerçevesinde kendimce oluşturduğum sorular şunlar;
·
Oluşturduğumuz
takımlardaki oyuncuların hepsi aynı biyolojik ritimde midir?
·
Antrenman
saatlerimiz, onların kaç tanesinin verimli bir şekilde performans
gösterebileceği saatlerdir?
·
Antrenman
saatleri ile oynanan maç saatleri arasındaki farklılıklar, takımın
performansını ne derecede etkilemektedir?
·
Maç saatleri
yanında, maç oynanan salon ve şehirler bizim sporcu ve takım performansımızı
nasıl etkilemektedir?
·
Kaç
antrenörümüzün, böyle bir olayın olabileceği konusunda farkındalığı
bulunmaktadır?
·
Takımlarımız ya
da sporcularımız, deplasmana birkaç gün önce gidildiğinde neden daha iyi
performans göstermektedirler?
·
Çok uzun süren
yolculuklardan sonra sporcular neden pestil gibi olmakta ve zor
toparlanabilmektedirler.
·
Bunlara karşı ne
tür önlemler alınabilir?
Her işin başı zamanlamadır, bir işin ne zaman
yapılacağı, nasıl yapılacağı kadar önemlidir.
Arnold H. Glassow
Zeki PEHLİVAN
Zeki PEHLİVAN
0 yorum:
Yorum Gönder